
12 EYLÜL İÇİN TERS KÖŞE
12 Eylül 2015 Cumartesi
Sabah sabah afyon patlatmaya çalışırken sokak kedilerinin mamasını veriyorum bir yandan.
Diğer yandan su kaplarında oluşmuş yosunları temizleyip suyu yenilemek üzere asansörden çıkarken bu günün 12 Eylül olduğunu yeniden hatırlıyorum.
Bir gün önce sormuştu bizimkiler, “yarın 12 Eylül, köşe için yazı gönderecek misin?” diye.
Öyle ya günün anlam ve önemine binaen şöyle ‘acılı, ağıt kıvamında’ bir şeyler yazmak adettendir.
Ama ne yazmalı?
***
Sabahın erken saatinde uyandım aslında.
Malum kaç gündür tüm toplum diken üstündeyiz.
Münasebetsiz bir haber ha geldi, ha gelecek. İçimiz kaldırmıyor bu bekleyişi ama ne yaparsın…
Saat’in 07.00’sinden beri haber sitelerini dolaşıyorum. Aman nazar değmesin, herhangi bir vukuat yok, üstüne üstlük Cizre’de sokağa çıkma yasağı son bulmuş.
Tüm ülkeye yaşattıkları karabasanın vebalini daha fazla kaldıramayacaklarına karar vermiş olmalılar ki, “Ermeni”lerin mahallesinde yasak son bulmuş. Bilanço mu? Göreceğiz.
O ara 12 Eylül hatırlatma haberlerine ilişiyor gözüm. Kimisi tanıklık, kimisi hukuki haber. Daha çok da analojik çağrışımlarla bezeli, zülfüyare dokunan şeyler.
***
Aklımdan şöyle bir gelip geçiyor: Bu gün 12 Eylül ve ben tam 35 yıl önce bu gün, bu saatte, bir ege kasabasında, hakkımda gıyabi tutuklama kararı iz sürerken, taş döşeli bahçesinde sabahladığım bir arkadaş evindeydim.
O sabah Hasan Mutlucan’ın darbe bildirileri arasında yayınlanan türküleriyle uyandım ve günlerce daha da uyuyamadım!
***
12 Eylül yıllarını bir karabasan gibi yaşamıştık hepimiz.
Şimdinin de farkı yok o yıllardan. Yine yasaklar, yine katliamlar, yine devlet eliyle yürütülen baskı ve yok etme politikaları. Yine provokasyonlarla sürdürülen siyasi ikbal mücadelesi…Daha da ağırı belki.
12 Eylül gününü yaşayanlar bilir.
O gün geceyarısı sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, tüm ülkedeki yasak hepi topu 24 veya 48 saat sürmüştü.
Darbeden bir ay kadar sonra “bir sağdan, bir soldan” mantığıyla ilk iki idama tanık olmuştuk. Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu idamları kapıyı aralamış, sonraki iki yıl içinde 50 kişi asılmıştı.
Sonraki ay henüz çocuk yaşta idam fermanı imzalanan Erdal Eren için Kenan Evren kendini savunmak zorunda kalmış, ‘Netekim’ alışkanlığından sonraki en ünlü, tarihin en ahmak veciz sözünü o zaman yumurtlamıştı: “Asmayalım da besleyelim mi?”
Beslemediler. Astılar, kestiler, öldürdüler, yakıp yıktılar, sonra da al sana bir anayasa, yersen(!) diyerek istedikleri gibi bir düzen kurdular.
Bugün hala aynı düzen devam ediyor.
***
Cizre’de sokağa çıkma yasağı var, 8 gündür devam ediyor. 12 Eylül’e taş çıkartıyor defalarca.
Acı bilgiler geliyor her an. Kimi bilgilere göre yirmiden fazla sivil ölümlü toplu bir katliam yapılmış durumda. Başka ölü var mı, yaralı sayısı ne, kayıpların çetelesi tutuldu mu? Bilinmiyor.
Iğdır’da 15 polis, Dağlıca’da daha fazla sayıda asker teröre kurban giderken, Cizre’de 20’nin üzerinde sivil kayıp var. Toplamı 50’nin üzerinde. Tek tek katledilenleri saymıyorum bile. 12 Eylül’ün 2 yıla yayarak yaptığı idamların bilançosundan daha fazlasını son 5 gün içinde yitirmişiz… Ve diğerleri!
Üstelik ‘sivil’ bir iktidar varken, üstelik henüz seçim yapılıp halk iradesi yenilenmişken.
***
Sadece ölümlü kayıplar bilançosunun karşılaştırması bu. Hepsi de bizim insanımız olan…
Sırada demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik, özgürlük gibi size soyut ve hafif gelebilecek ama gerçekte hayati önemde karşılaştırmalar bekliyor.
Açıklamaya gerek var mı?
Demokrasiyi en çok iğdiş edenler, onu en çok sakız edenler oluyor. Tıpkı şimdikiler gibi. Tek sömürü alanları ölenlerin kanlarını üst başlarına sıvayıp meydanlarda ‘vatan-millet narası’ atmak.
Tıpkı 12 Eylül’ün 2 haneli IQ sahibi lideri Kenan Evren gibi.
***
12 Eylül’ü yazar mıyım?
12 Eylül henüz bitmedi, yazsam yazsam ancak bunu yazarım…