REKLAMI GEÇ

BU NEYİN SAVAŞI?

3 Haziran 2014 Salı

Yıllardır yazarız,

Bu savaş AKP’nin sonsuz iktidar iksirini elden bırakmama savaşı. Kendi mevcudiyetini geleceğe sıkı sıkıya transfer etme savaşı.

Yani bu savaş bir tür adı konmamış AKP ile Halk arasındaki savaş.
İç savaş demek için erken mi bilmem ama ortada polisiyle, sair güvenlik güçleriyle bir saldırganlık politikası var ve bu saldırganlık fütursuzca ilerliyor. Giderek daha gözü kara, daha pervasız…
Önceden polis saldırısının bir ölçüsü vardı. Artık yok. Ölümlere bile duyarsız kalmış BİR siyasal yönetim ve polis ordusu ile halk karşı karşıya.

***

İç savaş varsayım/senaryolarının Türkiye’deki tarihi çok yeni değil. Çok yakın zamanlara kadar bu savaşın tarafları Kürtler ve Devlet olarak görülürdü. “Barış” görüşmelerinin başladığı yıllar itibariyle bu pratik durum zayıfladı. Yeni Anayasa tartışmaları, Kürt hareketleriyle barış görüşmeleri vb. giderek Tarhan Erdem’in geçen yıl sarf ettiği “devlet yeniden inşa ediliyor” saptamasıyla somutluk kazandı. Ardından, iç savaş konusundaki devlet ve hükümet yönelimi evrimsel bir dönüşüm yaşamaya başladı.
Özellikle Gezi Direnişi döneminde apaçık ortaya çıkan biçimiyle artık batıdaki polis etkisi, halka karşı daha da acımasız, duyarsız ve ölümcül bir süreç olarak seyretmeye başladı. Bunun adını AKP’nin halka karşı savaşı olarak koymak yabana atılır bir düşünce olmasa gerek. 40 bin kişilik yeni ‘güvenlik ordusu’ yaratılıyor. Siz buna milis gücü de diyebilirsiniz.

***

Uğur Kurt’un ölümü soruşturmasını baştan savma bir-iki ifade ile geçiştirmeye çalışan savcıya mı, “polise vurulan var dedik, durmadılar” diyen tanıklara mı dikkat kesilelim. Her iki durumun da işaret ettiği tek şey; artık halk-polis çatışması, bir tür AKP-Halk çatışmasının göstergesidir. Siyasal alanı bir üst seviyede alarm işaretiyle koruma ve bu durumu zor kullanarak meşrulaştırma planlaması.

***

Soma faciasının üzerinden çok geçmedi. Türkiye tarihinin en büyük maden katliamı olarak tarih kayıtlarındaki yerini aldı. Acılar hala taze ve insanların kolayca unutmayacakları görülüyor. Bu katliamın küllerinden yangın dumanları çıkmaya devam ediyorken, aynı konumda bir başka maden bölgesinin işçileri; Muğla/Yatağan termik santrali ve maden işçileri Ankara’da eylem yapıyorlar. Yıllardır seslerini duyuramamanın sonucu kendilerini bakanlık önüne kilitlemek istiyorlar. Aldıkları yanıt, her yerde olduğu gibi biber gazı, cop, gözaltı, soruşturma! Oysa henüz beş-altı yıl önce kapatılması için çevreci ve sosyalist grupların eylemler düzenledikleri bir santral burası. Hala hava kirliliği, maden çalışma koşulları ve çevre önlemleri yeterince alınmış değil. Dolayısıyla işçilerin seslerini duyurabileceği başka bir eylem biçimi kalmadı.

***

Gezi Direnişinin yıldönümünde, günler öncesinden verilen demeçler, yapılan hazırlıklar, polis sevkiyatları ve sonunda Taksim meydanındaki saldırgan polis tutumuna bakarsanız, bu kez eylemciden önce polis ayları bulan bir hazırlık ve eğitim dönemi geçirmiş. Başbakan’ın malum kışkırtma politikası ve çömezlerinin aynı dile uygun tahammülsüzlük örneği sergileyen retoriği, bu hazırlığın ne kadar sistematik ve derinlikli olduğunun göstergesi adeta.

***

Yarım yamalak demokrasi görgüsü olan bizim gibi ülkelerde, siyaset alanı eskiden hiç olmazsa kendi çeperinde bir ahlak sunumuyla kamuflaja yönelirdi.

Oysa şimdi öyle mi? Demokrasiyi sadece kendinden menkul gören diktatör heveslileri ortaya çıktığından beri o ahlaklı görünme çabası da kişilere indirgenmeye başladı. Giderek tek kişiye!

Korkarım bunu yakında, “kanlı mı olacak, kansız mı?” diyen eski politikacının öngörüsüne taşıyacaklar.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı