REKLAMI GEÇ

“BURADA BİR MİMARLIK CİNAYETİ İŞLENİYOR”

16 Aralık 2013 Pazartesi

Endüstri Meslek Lisesi taş yapıları hakkında görüştüğümüz son kişilerden biri Mimar Necati İnceoğlu. Hakkında ilgili ilgisiz pek çoğumuzun bilgi sahibi olduğu, Türkiye mimarlığında adı saygıyla anılan Denizli kökenli bir Yüksek Mimar.
Sorularımıza heyecanlı biçimde verdiği yanıtı özetleyerek aktaralım:

“Bu yapılar mimarlık kültürünün çok özel örnekleri. Sadece Denizli değil, Türkiye, hatta Avrupa mimarlık kültürünün bir döneminin örnekleri. 1940’larda Türkiye’de Teknik Öğretim Müsteşarlığı Yapı Bürosu mimarlık danışmanlığı yapan Alman Mimar Paul Bonatz’ın mimari üslubudur. Projeye kendisi nezaret etmiş, başka bir mimar arkadaş imzalamıştır. Projesine, inşasına ve teknik özelliklerine kadar Paul Bonatz mimarlığının özelliklerini taşır. Dönemin mimarisini yansıtan Türkiye’deki en önemli ve düzgün yapılardır. Dolayısıyla bu yapıların Türkiye mimarlığının bir dönemini yansıtması açısından yeri vardır. Estetik yapılardır, sağlam yapılardır ve işlevselliği-rasyonalitesi amacına en uygun yapılardır. Denizli için bulunmaz örneklerdir. Yıkılırsa bu bir mimarlık cinayetidir. Denizli’ye ne oluyor böyle! Bu yapılar da giderse, kent sanki 1970’lerde doğmuş bir bebek gibi kalacak. Geçmişi olmayan bir Denizli’ye dönecek. Bunu mu istiyoruz? Gidin Güneydoğu Anadolu bölgesine, oralardaki korumayı gördükçe kendinizden utanırsınız.Müze yapılacaksa, bunun projesi kapalı kapılar ardında yapılmamalı. Ulusal, hatta uluslararası bir yarışma ile yapılmalı. Bilbao’daki Guggenheimmüzesi bu gün tüm Kuzey İspanya’nın en dikkate değer yapısıdır. Kenti sanat ve kültürün bölgesel başkentine dönüştürmüştür. Müzelerin böyle bir işlevi vardır. Denizli’ye müze yapılacaksa, böyle bir müze yapılmalıdır.”

Görüştüğümüz ikinci Mimar, Cengiz Bektaş. Necati Bey gibi Denizli’de mimarlık dediğinizde ulusal hatta uluslararası düzeyde akla gelen ilk isimlerden. Olbia Sosyal Tesisleri tasarımı ile 2001 yılı Ağahan Mimarlık Ödülleri sahibi.

Söylediklerini kısaca sıralayalım:
“Yapıların mimarı olarak projenin altında Selçuk Minar imzası var. Ancak, Paul Bonatz’ın oluruyla hazırlanmış bir projedir. Henüz proje aşamasında Anadolu mimari geleneğinde yararlanmış, uygulamada ise taş yapı geleneğinden faydalanmıştır. Yapılarda hem taş, hem betonarmenin kullanılmış olması aslında öncü bir uygulamadır, mimari bir yol göstermiştir. Bu nedenle bile dört dörtlük bir yapı olduğu söylenebilir. BU yapılar ansiklopedilere geçmiş örnek yapılardır. Estetik olmadıkları konusunda Koruma Kurulu üyelerinin görüşlerine katılmıyorum. Alanında deneyimli, birikim sahibi birilerinin görüşlerini almışlar mı da bu yargıya varıyorlar? Anıtlar kurulunda yer alan insanlar, bu işlerin yeterli uzmanları olarak seçilmiyorlar. İdari olarak seçiliyorlar ve bu tür durumlarda maalesef yetersizlikleri ortaya çıkıyor. Mimar, sanat tarihçisi üyelere sormak lazım, bu yapıların estetik bulmadıkları, mimari olarak değersiz gördükleri boyutu neymiş? O binada kullanılan taşlar Denizli taşıdır ve böyle bir otantik yanı da vardır.”
Bektaş ve İnceoğlu’na “bir panel olsa gelir misiniz” diyorum, “seve seve” diyorlar.
Kurul üyesi mimar, şehir plancısı ve sanat tarihçisinin değerlendirmesine sunulur.

***

Hafta sonu Çal tarafında gezideydim. Yukarıseyit köyünden Marangoz Ali Boz ile karşılaştık. Mimar Süleyman Boz’un önerisine uyup EML taş yapılarını babası Ali Amca’ya sordum. 1932 doğumlu olduğunu, 14 yaş civarında Çamlıktan at arabasıyla okul binaları için taş taşıdıklarını anlattı.

***

Mimarlar Odası Denizli Şube Başkanı Cüneyt Zeytinci’nin görüşlerini aldık.O görüşmede dile getirilenler günlerdir yazıp çizdiklerimiz özetiydi.O gün Zeytinci’ye yaptığım öneriyi yinelemek ve bir ek yapmak istiyorum:Gelin, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları ve ilgili meslek kuruluşları ile bir heyet toplayın. İçinde yetkin mimarlar, planlamacılar, sanat tarihçileri, arkeologlar olsun. Tümüyle tarafsız bir kurul oluşturun. Bunu yapacak paranız da, zamanınız da var nasılsa. Necati İnceoğlu, Cengiz Bektaş gibi Türkiye mimarlığının önde gelen bazı isimleri bu kentin çocukları. Bir telefon edilip çağırılsa, yaşa başa bakmadan koşarak geleceklerinden eminim.

Böyle bir kurul gelsin, taş yapılar ile ilgili bir rapor hazırlasın. Müspet ya da menfi, bu raporu kamuoyu ile paylaşın. Kurumlarla, kurullarla paylaşın. Mümkün olursa aynı kurul üyelerini de içerecek bir panel-konferans düzenleyin. Kentin mülki amiri dahil, tüm ilgililerini davet edin. Kamuya açık bir konferans olsun. İlgi duyan herkes gelip izlesin, soru sorsun, yanıt alsın.

***

Kurul Başkanı Prof.Celal Şimşek, ‘olayın tüm sorumluluğunun kendi üzerine yıkıldığı, kendisine fatura edildiğini’ düşünüyor. Aynı kaygıyı Mimarlar Odası Şube başkanı Zeytinci’de dile getirmişti. Doğrusu teknik olarak bu sorumluluk tartışılabilir. Eğer ‘tescile gerek yok’ kararı vebalinin haksız biçimde tek kişiye yüklendiğinden şikayet ediliyorsa, bunu açıklığa kavuşturmanın yolu var. Celal Hoca ve Vali Demir tarafından soruları yanıtlamaya dönük bir basın toplantısı yapılabilir.

***

Hem basın toplantısının, hem de yapılacak olası konferans ya da panelin yanıtını arayacağı soruların bir kısmını biz buradan hemen soralım.

1.Taş yapılar konusunda “estetik değildir” yargısına varan kurul üyesi veya üyeleri hangi ölçütlerle bu yargıyı temellendiriyorlar? Yapı stili gözü rahatsız mı ediyor, bulunduğu coğrafyaya uyum sağlamıyor mu, yapı iç mekanları insanın ikame oluş biçimini olumsuz etkiler mi, yol cephesinde bulunuşu kararda etken mi? Kurulda yer alan ‘Estetikçi’Yard.Doç dışında, bu alanda uzman bir profesörün, bir doçentin görüşlerine itibar edilmesi düşünüldü mü?

2. Eserlerin “mimari değer” ölçütü oluşturulurken ona ne olarak bakılıyor? Tarihi bina mı, taş yapı mı, özgün mimari özellikler mi, Cumhuriyet dönemi yapısı mı, yapı statiği veya depreme dayanıklılık mı?Yüksek mimar sıfatıylabirilerinin konuya bakış açısı önemseniyor mu?

3. En fazla dile gelen noktalardan birisi, bu yapıların kent belleğinde önemli bir yeri olduğu itirazı. Kent belleğine bu kadar uzun bir dönem boyunca etki yapmış kaç yapı kaldı Denizli de? Bu yapılar son otuz yıl içinde parça parça yıkılıp yok edilmedi mi?

4. Müze konusunda alan yaratmak isteyen İl Özel İdaresi’nin, konuya vakıf kaç yöneticisi var? Müze inşasına hangi çerçeveden bakıyorlar?

5. Hukuki olarak ‘kitabına’ uydurulan ‘tescile gerek yok’ kararı;12 Eylül ürünü Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 1987 tarihli değişik 7 Maddesinin ikinci paragrafında yer alan “Devletin imkanlarıgözönünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir” ibaresini göz önüne alarak mı verildi? Eğer böyleyse Denizli’de yeteri kadar eser korunmaya alınmış mıdır?

6. Müze projesi hazırlanırken, buna müellif olan kişi veya kurumlardan taş yapıların korunması istenmiş midir? Ya da taş yapıları da değerlendirecek, müze kapsamı içinde işlevselleştirecek bir proje yöntemi araştırılmış mıdır?

7. Geçtiğimiz bahar aylarından beri sıkıntısı bilinen Denizli’ye müze inşası konusunda, sponsor kuruluşun talep ya da beklentileri bu sıkıntıda rol oynadı mı? Bu zaman içinde Zorlu, neyin zorluğunu çekti?

8. Kız Meslek Lisesi’nin yıkım fetvasını verenler bu kez sürecin neresindeler? Sessizlikleri neye delalettir?

9. Bir soru da yapılara taraf olan meslek odası temsilcilerine: Yapıların kurul kararına itiraz hakkınızı kullanıyor musunuz? Yüksek kurula, olmadı mahkemeye gitmeye niyetiniz var mı? Odalardan geçtim, sivil gruplar, dernekler bu kararı yargıya taşımaya niyetli midir? Yaklaşık 20 kurumun imzası ile açıklanan basın bildirisine imza koymak kolay, ya hukuk mücadelesi?

***

Bu soruların yanıtı ancak bir panelde alınabilir. Böyle bir paneli yapması gereken ise Mimarlar Odası ve Şehir plancıları öncülüğünde sivil ya da mesleki örgütlerdir.Örgütse işte budur o örgütün işlevi.
Bu girişimi ilgili tüzel kişiliğe haiz meslek örgütlerinden beklemeye sonuna kadar hakkı var kent insanının.

***

Son bir not: Olası yıkım süreci kimilerinin korktuğu gibi ‘Gezi olaylarına döner’ mi? Bu kuşku gerçekçi görünmese dehaklı tarafları yok değil.
Başbakan dahil, ilgili ve tarafların üzerlerinden atamadıkları Gezi Sendromu, böylesi durumlarda her zaman hortlamaya uygun bir hayat pratiği. Onlar da iyi biliyor ki, yıkıma kadar gidecek bu karar ve girişimler haklı bir zemine dayanmıyor. Önce yok et, parçala, belleklerden sil-süpür, sonra başka bir şeyi eskinin yerine ikame et. Toplumsal bellek geçmişinden ne kadar fazla temizlenebilirse, gelecekte böylesi sendromları yaşama olasılığı o kadar azalır. Mantık bu.

Dünyanın gelmiş geçmiş tüm zorba iktidarlarının vazgeçilmez yöntemi iki temel araç üzerine inşa edildi. İlki, eskiye sarılma, geçmişi, şimdiki varoluşu nedenselleştirmenin maddi temeline yerleştirme. Yanı sıra efsanelere, mitlere, kahramanlıklara, destanlara yaslanarak toplumun ruhunu ırkçılığa varan bir yüceltmeyle teslim alıp aidiyeti mutlak kılma. İkincisi ise tam tersi bir pratikle, geçmişe ait ne varsa yıkıp yok ederek yeni ve ‘modern’ olana inanç düzeyinde bir bağımlılık yarama.

Modern kapitalizmin gerek işleyişi, gerekse gündelik popüler pragmatist araçları bu uygulama yollarını açık tutan bir işlevsellikte olunca her şey daha da kolaylaştı. Siyasetin, ekonominin ve hayatın rantını daha problemsiz soğurmanın ‘erdemini’ keşfettiler.
Ama giderek bu erdemin yarattığı sancılar galebe çalacak gibi. Göreceğiz!

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

20denizli   -  Bağlantı 16 Aralık 2013, 15:18

denizli nin tarihi ve bilinen ne kadar eri varsa yıkmak için çalışan bir grup yada kişiler var yazar dogru demiş nerede oda ve dernekler

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı