REKLAMI GEÇ

GEÇMİŞİ KAYIP ŞEHİR (1)

6 Şubat 2013 Çarşamba

Geçen hafta sonu Denizli kent mimarisi üzerine yıllardır süren tartışmalar bağlamında bir konferans izledik.

Mimarlar Odası Denizli Şubesi tarafından düzenlenen panel-konferansın katılımcıları, kent dışından davet edilen mimarlık kökenli öğretim üyelerinden oluşuyordu.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Denizlili Mimar Necati İnceoğlu aşina olduğumuz yüzlerden biriydi. Diğer katılımcılardan Prof.Dr.Ali Cengizkan Ankara’dan gelmiş, Doç.Dr.Emel Kayın ise İzmir’den, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden gelip panele konuşmacı olarak katılmıştı.

Paneli özetlemek gerekirse;

Cumhuriyet dönemi mimarlık örneklerini akademik bir kategoriyle sıralayan konuşmacılar, konuşmalarının son bölümlerine Denizli geleneksel mimari dokusunun trajik yok oluşuna değinmelerle nokta koydular. Ali Cengizkan ve Emel Kayın’ın kent sosyolojisine ilişkin değinmeleri dışında sorgulayıcı bir üsluba rastlamadık demek pek yanlış olmaz. Bu konuşmalara bir de Denizli’nin eski yapılarının yok edilişine yakınmalar eşlik etti. Ve haliyle, Denizli Vali konağının üzerinde kopan bir bardak fırtınaya taraf olup fikir beyan etmeler…

Ben konuya mimarlık alanı dışında bir gözlemci, izleyici veya duyarlı birisi olarak bakmaya çalışıyorum. Tam olarak ifade etmek gerekirse bu konuda kerametim kendimden menkul. Dolayısıyla yazacak ya da notlayacağım fikirler uzmanlık alanı mimari olan meslek erbaplarının pek hoşuna gitmese de hoşgörü ile karşılamalarını öneririm. Ne de olsa aynı havayı soluduğumuz bir kentte aynı dokuya birlikte vakıfız ve birlikte çekilmiş ‘acının’ ortaklık hatırı var.

CUMHURİYET, MİMARLAR VE MİMARLIK

Türkiye’de Cumhuriyet dönemi kentleşme olgusuna yıllar içinde özel bir ilgim oluştu. Bu ilginin kaynakları ve nedenleri oldukça karmaşık. Ama kısaca vurgulamak gerekirse, şimdi genç yaşta rahmetli olan bir arkadaşım dahil, yıllarca birlikte yaşadığım Kent Planlamacısı birkaç dostumun bu ilgideki payı çok fazla. Bazıları oldukça iyi akademik kariyerlere uzanan bu dostların entelektüel kapasitelerini hesaba kattığımda, izlediğim panel-konferansların ‘dostlar alışverişte görsün’ cinsinden düzenlenmiş olmalarını içime sindiremediğimi baştan belirteyim.

Kent yerleşmelerinde insan merkezli yaklaşımların çevre, doğa ve geleneksel olan ile modern(daha doğrusu güncel mi demek gerekiyor)arasındaki ilişkiyi doğru biçimde nasıl içermesi ve modellemesi gerektiğinin önemini sanırım hiç kimse yadsımaz. İşte sorun burada. Bu konu nasıl tartışılmalı?

Cumhuriyet mimarisini çeşitli evrelerde açıklayabilir, gelenekçi, modernist, muhafazakar üsluplar şeklinde bölümleyebilirsiniz. Sanırım bir hoca olarak bu türden yapılmış ‘amphitheatre’ konferansı pek çok orta düzey öğrenciyi tatmin edebilir. Hatta uyanık olanları, kendileri için sınav sonuçları çıkarıp bunları tekste dönüştürür, arkadaşlarına pazarlayabilir.

Ama Denizli’de; kendi mimarisini kendisi tüketmiş, hala bundan ders almadığı gibi her fırsatta bu alışkanlığı nükseden bir kentsel yönetim geleneğinde (ayrım gözetmeden, özellikle gelenek vurgusu yapıyorum) hem boş bir çabaya girişmiş oluyorsunuz, hem de kendi kısır kent anlayışınızın kodlarını ele vermiş oluyorsunuz.

Yaklaşık olarak 60-80 arası bir dinleyicinin dikkatle izlediği konferansın faydaları üzerine ne yazık ki pek pozitif şeyler söylemek mümkün değil.

Konu sadece Denizli olsaydı keşke. O zaman bu konuşmacıların üslup ve anlatılarına daha hoşgörülü olmak mümkün olurdu. Ama konu kentleşme, kent mimarisi ve özellikle Cumhuriyetin Mimarlık geleneği olarak masaya yatırılıyorsa, entelektüel kapasite ya sergilenen kadardı ya da kentin mimarları biraz hafifsendi ve hocaların kürsü muhabbetine mahkum kaldılar. Denizli’ye değinmeleri ise…! Hepsi o kadar.

PARADİGMA VE POSTMODERNİZM

Ukalalığım hoş görülsün ama bu notları vermeden yazmak çok zor:

1960’larda dünya düşün fırtınasına iki önemli katkı sağlandı. Bunlardan birisi “Paradigma” kavramıdır. “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” isimli eseri bilim felsefesinde çok önemli bir yer tutan ABD’li bilim tarihçisi Thomas Samuel Kuhn kavramın mucididir.

İkincisi ise, bir öncü olarak kabul edilen Charles Jencks’in mimarlık alanında kavramlaştırdığı Postmodernizm’dir. Gerçi bu konuda Frederic Jameson adı da telaffuz edilir ancak, Jameson daha çok postmodernizmin yadsınması üzerine geliştirdiği düşünceleriyle bilinir ve “New Marxism” akımındandır. (Ünlü eserlerinden biri “Postmodernizm: Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı”dır.)

MİMO’nun düzenlediği Cumartesi konferansının hiç olmazsa kıyıdan köşeden Postmodern mimariye, ülkemizdeki uygulayıcılarına ve onların örnek eserlerine değinmesini bekledim. Bu alandaki gelişmelerin günümüz mimarisinde hangi düzeyde seyrettiğine dair beyanlar duymayı istedim.

BAUHAUS DENİZLİ’DE NEREYE DÜŞER USTA!

Kanımca bu sadece ironik bir değinme olarak kalır. Elbette Bauhaus Denizli mimarisinin hiçbir taşına, betonuna, harcına, çatısına düşmez. İyi de, zaten Denizli tartışılmadı ki! Cumhuriyet mimarisini üç ayrı bilim insanının yaklaşımlarındaki nüansları yakalamaya çalışarak izledik sadece. Bir de Denizli geleneksel mimari dokusunun yok oluşuna ağıt yakmaları dinledik. Dolayısıyla Cumhuriyet mimarisi dendiğinde akla gelen Hitler’in sürgün ettiği Alman Mimarlar, Bauhaus’a istemeseniz de çağrışım yaratıyorlar.

Onca Alman kökenli Mimar Türkiye’deki (şimdi özenle korunmaya çalışılan) pek çok anıtsal yapıyı armağan ediyorlar. Ama 20.yüzyıl mimarisini kuran aynı ülkenin (belki de bütün zamanların en önemli mimarlık ve sanat ekollerinden birisi) Bauhaus okulu ve o mimari geleneğin, Cumhuriyet Mimarisine etkilerini es geçiyorlar. Hakkını yemeyelim, konuşmacılardan Ali Cengizkan hoca bir yerde sözcük olarak telaffuz edip geçti. Ama geçti! Beni mazur görün ama Walter Gropius yaratıcı ve pragmatist bir öncüydü. Bauhaus böyle bir öncünün elinde 20.yüzyıl mirasını armağan etti. Ayrıca onun ekolünde yetişmese de, onca anıtsal cumhuriyet yapısına imza atan Alman mimarlar Bauhaus ekolünden etkilenmiş olmalıydılar. Tarihin yok sayılamayacağını, Cumhuriyet mimari tarihinin böylesi vefasızlıklara ihtiyaç duymadığını iyi bildiğinizi varsayıyorum.

KONFERANS MI? MİMARLIK TARİHİ DERSİ Mİ?

Bir kaç kez zikrettim, konferanstan ziyade bir öğrenci haleti ruhiyesi içinde ders notları dinledik. Bunu bir ara Ali hoca telaffuz etti. Sanırım izleyenlerin nabzını hissetti.

Oysa çok özel biçimde bakarsanız her konuşmacı gerçekten ilgiyle izlenecek panelistlerdi. Gerek kullandıkları dil, gerekse entelektüel jargonları kendi adıma bana hitap ediyordu. Sanırım (pek ele vermedikleri için ‘sanırım’ diyorum) biraz da mimari adına olan bitenden rahatsızdılar. Bu onları muhalif yapar mı bilmem ama ben düşünsel bir yakınlık kurabilirdim.

Şubat ayının ilk günlerinde, Denizli’de, orta halli bir konferans salonunda izlediğim panel-konferansın bende bıraktığı ilk izlenim, aklımda bıraktığı sorular ve hatırlattığı konular, alanlar, tartışmalar şimdilik bunlar oldu.

Denizli’de mimari yok oluşun tarihi ise başka bir safha. Haftaya bunu konuşalım.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

nurhan   -  Bağlantı 7 Şubat 2013, 17:38

Denizli’de övünülen, “dev” olarak nitelenen projeler arasında kentin tarihi değerlerini korumak, bu konuda farkındalık yaratmak amacıyla yapılan bir proje var mı bilmiyorum. Küçükken bazen misafiri olduğum, cumbasından zamanın güzelim Çınar Meydanını, Meserret Kıraathanesini seyrettiğim tam köşedeki evin yıkılmış olduğuna inanmak istemedim görünce..Büyük bir hızla Denizli’nin en eski mahallesi olan Musa Mahallesinde yıkımlar sürüyor ne yazık ki..Sanırım farklı bir bakış açısı gerekiyor bu güzellikleri korumak için. Örneğin İzmir’de “Tarihe Saygı” Ödülleri var . Eskişehir’de yıkılmadan, korunarak turistik, cazip bir mekana dönüştürülmüş Odunpazarı örneği var..Yani korumak mümkün.
Mimar değiliz ama duygusalız..Şehirlerin de duyguları vardır bence. Bu durumda , yapılacak herhangi şeyleri yıkımlar kadar anlamsız bulurum.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı