REKLAMI GEÇ

GEZİ’DEKİ ENTERNASYONALİST “ÇOKLUK”

9 Ağustos 2013 Cuma

Son aylarda bu köşeyi işgal eden satırların neredeyse tamamı, Taksim Gezi Direnişine ayrıldı.
Bu yazılara şimdilik kaydıyla ara verme zamanı geldi. Gerçi hükümet tarafının bu türden bir unutmaya pek niyeti olmadığı ortada. Görünen, Gezi yenilgisini yengiye çevirene, olmadı her tür aracı kullanarak baskın çıkana kadar işin peşini bırakmayacağı.
Oysa kamuya ait olduğunu düşündüğüm bu sütunları işgal etmenin en temel ahlaki sorumluluğu doğru ve gerçekçi bakış açısı sergilemektir. Bunu yaparken de, ufku geniş tutmak, tekil olayların yörüngesine hapsolmamak ve daha farklı olgu ve olayları da yazıp yorumlayabilme yeteneği sergilemek gerekir.
Biz bu maksatla, yıllar önce bir başka gazete köşesinde yazarken kaleme alınmış yazı ile Gezi yazıları faslına şimdilik kaydıyla ara verelim. O yazı, yıllar sonra Gezi Parkı vesilesiyle gelişen protestolar dizisinin dünya çapında gelişen benzer protestoları değerlendirme temelindeki bir tür önsel analizi gibi duruyor şimdi. İlginç ve şimdiki durumla bir o kadar tuhaf benzerlikler taşıyor.

İMPARATORLUK VE ÇOKLUK
Bazı kitaplar ve bazı yazarlar vardır; yazılarınızın, başucunuzun, okumalarınızın, el altınızın, başvurunuzun zamanla değişmezleri olurlar.
Kendi düşünsel kimliğinizin evriminde önemli rolleri vardır onların. Gerek kitap, gerek yazar olarak her zaman hayatınızın bir döneminde iz bırakırlar.
Bu durum, giderek entelektüel yaşantınızın alışkanlığı halini alır. Her dönemde ve dönemeçte, her durakta, momentte sizin için birer yol gösterici, ya da düşünsel yol arkadaşıdırlar. Bir yerlerde adları geçtiğinde heyecanlanırsınız. O kitap(lar) ya da yazar(lar) hakkında bildiğiniz şeyleri hatırlar, bilmediklerinizi öğrenmek için özel olarak çabalarsınız.
Son yirmi yıl içinde beni en çok heyecanlandıran iki kitaptan söz etmek istiyorum. Kitapların adı İmparatorluk ve Çokluk.
İmparatorluk için daha ilk yayımlanma öncesi reklam fragmanları ve yayımlandıktan sonraki kapak kuşağında yer alan açıklama, oldukça iddialı, hatta bir buçuk asırdan bu yana hiç kimsenin kullanmaya cesaret edemediği türden bir adlandırmaydı. “İmparatorluk: 21.yüzyılın Manifestosu.”
Kitap üzerine yaklaşık on yıldan bu yana ciltler dolusu yazıldı. Görünen o ki, bundan sonra da yazılmaya devam edecek.
Bu köşeye de zaman zaman İmparatorluk kitabıyla konuk olan yazarların, Türkçeye kazandırılmış ikinci bir yapıtları var. Bu kez ondan söz edeceğiz. Unutulan ya da unutturulan kitaplardan olması için potansiyel bir sebebi mevcut olduğundan, gerektikçe adını zikretmenin ‘farz’ olduğunu düşündüğüm bir yapıt bu. Adı “Çokluk” olan ve yazar ikilisinin ikinci kez yaptıkları ortak çalışmanın ürünü olarak Türkçeleştirilen eserin çevirmeni Barış Yıldırım. Yine Ayrıntı Yayınları tarafından yayıma hazırlanıp basılmış.

EGEMEN: İMPARATORLUK
Önce İmparatorluk’u hatırlayalım. Bu hatırlama bize Çokluk’un içeriğinin ipuçlarını verecek. Ayrıca iki kitap birbirine öylesine bağlı ki, bu birlikte okuma zorunluluğu adeta neden sonuç ilişkisi kurmanın olmazsa olmaz koşulu olarak bize dayatılıyor.
Önce İmparatorluk’un tezi neydi, ona bakalım: Küresel geç kapitalizm çağında ulus-devlet modeli gittikçe aşınmaktadır. Emperyalizm kavramı günümüz kapitalizmindeki bu gelişmeleri açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Tekelci kapitalistler hiçbir engel tanımaksızın bütün ulusal sınırları parçalamakta ve her önüne çıkan engeli vahşi biçimde yok etmektedirler. İktidarı da içeren egemenlik biçimleri değişmiş, tek bir yönetme merkezine dayanan biz dizi ulus devlet organları bu hükmetme biçiminin alt organlarına dönüşmüştür. “Emperyalizmin aksine, imparatorluk toprak temelli bir iktidar merkezi yaratmadığı gibi sabit sınırları ya da engelleri de tanımaz. İmparatorluk, giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine katmakta olan merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır.”
“Bu kitap” diyor yazarları, “çağdaş, küreselleşmiş bir dünyada genel bir iktidar teorisi kaleme almayı amaçlıyor.” Küresel çapta bir egemenliği sürdürmenin yeni aracı olarak İmparatorluk kavramlaştırması, böylece aynı küresel iktidarın yeni paradigmasının da açıklayıcısı oluyor.

RESİSTANCE: ÇOKLUK
Çokluk işte bu tezlerdeki temel saptamanın karşısına bir çözüm, bir alternatif, dünya ölçeğinde sürekliliğe sahip bir resistance olarak karşı-tezler bütünü sunuyor. Ancak gözden ırak tutulmaması gerek çok önemli nokta şu; gerek İmparatorluk, gerekse Çokluk birbirinden doğan kitaplar. Özellikle Çokluk, yukarıda yazarlarının bakış açısıyla özetlenen İmparatorluk egemenliğinin tanımlanması ve deşifresi ile mümkün olabilecek bir enternasyonalist yapı olarak tarif edilebiliyor. Bu yapı öyle çok homojen bir yapı değil.
Disipliner olan klasik kapitalizme özgü yönetim biçimlerinin, İmparatorlukta yerini Kontroler yöntemlere bırakmasıyla, toplumsal muhalefet unsurlarının nicel özelliklerinde de etkin bir değişim gözlenmeye başlandı. Biz bu özelliklerin yalnızca çok önemli iki boyutuna değinip geçelim.
1968 hareketinin üstünde fazla durulmayan, ancak geçen zaman içinde önemli olduğu ortaya çıkan bir detayı var. O detay, tüm başkaldırı unsurlarının, klasik Marksist terminolojide adı sayılan sınıf unsurları dışında, çok sayıda kentli, orta sınıf genç toplumsal tabakaya ait unsurların da bu direniş sürecinde yer almış olduğu gerçeği. Sonraki kırk yılda bu durum değişmek şöyle dursun, gittikçe derinleşip, doğal hale gelmeye başladı. Artık Seattle’dan Hindistan’a, Japonya’dan İtalya, Meksika ve İstanbul’a kadar yeryüzünün her köşesinden, her kesime mensup insan, grup, parti, sendika ve sivil meslek hareketleri toplumsal nitelikli her başkaldırının içinde görülmeye başladı.
Bu durumun ikinci boyutu ise, saydığımız her kesimden direniş unsurunun, tıpkı İmparatorluk’ta olduğu gibi (haydi terminolojiye uygun olsun) Enternasyonal düzeyde hareket etme nitelikleri. Meksikalı Çiftçi ile İtalyan bir Kamyoncu ya da Fransız bir Manav ile İstanbullu bir tütün işçisi, Japon Balıkçı’nın aynı etkinlik için ortak bir kavgaya tutuşabilmeleri… Günlerce sırt sırta diyelim G8 ya da G20 toplantılarına karşı Greenpeace veya Amnesty International ile dayanışabilmeleri. Kavgada yaralanan, kaybolan, ölen yoldaşlarına topluca sahip çıkabilmeleri…
Çokluk bir Resistance’dır. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız direnişçilerinin kullanıp literatüre armağan ettikleri bu sözcük, kanımca bu günün Çokluk’unu niteleyen en iyi anlama sahip sözcük. Ancak artık günümüzde, o büyük savaş yıllarında faşist Alman işgalcilerine karşı direnen Fransız Komünist Partisi’nin yönettiği devrimci direnişçilerin değil, deyimin tam anlamıyla Enternasyonalizm’in yeni bir biçimini sunan çok renkli bir yeryüzü forumunun İmparatorluk ve onun alt imparatorlarına karşı yürüttüğü savaşın gerçek adıdır.” (Denizli 26.10.2009)

Bu satırların üzerinden henüz dört yıl geçmeden, “Wall Street’i İşgal Et” eylemi masumiyeti ile dikkat çekti.
Ardından güçlü bir Arap yeli Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya iki kıtayı sarstı. Etkisi tüm kıtaları sardı.
Yunanistan’da süren eylemler, hem Avrupa’nın, hem de bölge iktidarlarının halklara karşı ikiyüzlülüğünün aynası oldu.
Taksim Gezi Direnişi, sonraki sürecin uluslararası adına dönüştü. Siyasal iktidar ne derse desin, tıpkı Wall Street direnişçileri gibi, başka bir direniş masumiyetinin simgesine haline geldi.
Son patlama Brezilya’dan geldi. Gerek sloganları, gerek talepleri ve gerekse gerçekleşme biçimiyle Brezilya halkı Taksim Direnişine bol bol gönderme yaptı, selam yolladı.
Şimdi ‘makul’ zamanlardayız. Ama meçhule giden ve yarın için asla garanti olamayacak bir makul olma hali bu. Belki de hazımsızlığın pençesindeki iktidarın kışkırtmalarıyla, tam da bu nedenle son bulma ihtimali hala yüksek olan bir ‘sağduyu’ zamanı!
Umarız bu kışkırtmaların semeresini acı biçimde ödeyecek olan yine ülke halkı olmaz.
Ecele faydası olmayan korkumuz sadece bundandır.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı