REKLAMI GEÇ

Hayat, Hayvan Ve Katliam KIRMIZI KÖPEĞİN ÖYKÜSÜ

19 Aralık 2012 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta, Ulusla-yerel gazete ve haber sitelerinde manşete taşınan “Denizli’de hayvan katliamı” haberinin mürekkebi çoktan kurudu. Henüz haberi okurken yaşadığımız malum(vicdan) sancısı, bir sonraki manşet ya da haber sayfasına yöneldiğimizde çoktan unutulmuştu. Ama ne o acı, ne de o acıyı her gün hala çekmekte olan hayvanlar yok olmadı. Unutulmuş vicdan sızılarına kurban giden ‘hayat ve sokak ortaklarımız’ yine sokaklarda, yine yarı aç yarı tok ve yine itilip kakılıyorlar.

Denizli’de, son yıllarda sıkça tekrarlanan bu katliamlara kim dur diyecek, şimdilik böyle biri ya da birileri ufukta görünmüyor. Kurumsal önlemlerin yetersizliği ortada. Ayrıca, bir kültür olarak hayvan sevgisini içselleştirmemiş toplumumuzda kurumsal önlem ya da dayatmalarla neyi ne kadar önleyebilirsiniz ki?

Belki temcit pilavı gibi gelecek, henüz iki yıl önce yaşadığımız böyle bir hayvan katliamı sonrası yazılmış satırları güncellemenin sakıncası yok kanımca. Çünkü ne katliamdan sadistçe zevk alanlar ortadan silindi, ne de sokaklardaki bu acı dindi.

***

“Bu sıralar evde temizlik zamanı. İki aydan bu yana devam ediyor. Elime ne geçerse atıyorum. En çok hacmi oluşturan kitaplar ve şarap şişelerinden, şişeleri feda ettim. Zaten az olan kitaplarımın arasındaki dolgu maddesi broşür, davetiye, katalog, afiş, gazete küpürü ve basılmasa da olur cinsten ne kadar dergi varsa, tümü çöpte şimdi. Ama elbette dönüşümlü çöpte.

***

Atmadıklarımdan biri de, yaz aylarında bana Denizli’deki tüm hayvanların doğal ve sahiplenici dostu, sanat tarihi öğretmenliğinden emekli dostumuz Şermin hanım tarafından ulaştırılan Hayvan Hakları Federasyonu(HAYTAP) imzalı, birbirinden farklı birkaç afiş, broşür örneğiydi.

Bu afişler, bilmem hiç elinize geçti ya da duvarlarda, kapılarda, şurada burada görüp ilginizi çekti mi? Eğer biraz yakından baktıysanız, örneğin terk edilen köpek afişi, yavrularını emziren köpek afişi, bir tas su, bir kap mama afişindeki dramı okumak için vicdanınızı kontrole bile gerek olmadığını görmüş olmalısınız. Çünkü orada, aslında hepimizin hikayesine göndermeler var. Doğasını yok ettiğimiz, üstüne doğal yaşam formuna ilişkin taleplerini saldırganlık olarak nitelediğimiz, tutup adeta Recm’le canına kıymakta sakınca görmediğimiz, canımız isterse çocuğumuza oyuncak niyetine boğazına ip bağlayıp sürüklediğimiz…velhasıl saymakla bitmeyecek kadar çok alanda kahredici bir bencillik, bir yok etme dürtüsüyle davrandığımız hikayenin puzzle parçaları.

Oysa onlar, yani hayvanlar için yeryüzünün en güzel şiirleri, en güzel şarkıları ve en güzel insanlık manzumelerini sergilemekte ne sakınca var ki? Çok özel sevgi ve duyarlık besleyenlerimiz dışında hangimiz bu zararın yalnızca hayvanlara değil, biz insanlara kadar uzanan sonuçları olduğunun farkındayız?

***

Şimdilerde şehirde çoğalmaya başlayan muhtelif şikayetlerin bazılarını da bu vesileyle anmış olalım.

Başta Belediye Sokak Hayvanları Kliniği olmak üzere çok sayıda hayvan ikame ve sağlık alanı ile ilgili şikayet telefonları gelmeye başladı. Bunların doğruluk derecesini bilemiyorum. Özellikle Belediye Sokak Hayvanları Kliniği’nin, benim şahit olduğum çalışma biçimi ve hızla sokak hayvanlarını takip etme uygulaması doğrusu takdir edilecek cinsten. En az iki sokak hayvanının perişan halini telefon ile bildirdiğimde acilen intikal edip o hayvanları kliniğe taşıdıklarını biliyorum. Ancak sorunun yalnızca Belediye kliniğinin uygulamasının iyiliği ile sınırlanamayacak kadar çok boyutlu olduğunu unutmayalım. Örneğin artan köpek hırsızlığı bu konuda en dikkat çekici şikayet konusu. Denizli’de uluslararası çalıştığı söylenen ve “Denizlili Mustafa” olarak internet sitelerinde adından çokça söz edilen şahsa dikkat çeken uyarılar, hırsızlık olgusunun vehametinin en tipik göstergesi.  Diğer bir sorun, bazı barınakların hayvanların hastalık ve ölümüne yol açacak cinsten sağlıksız ve pis olduğu iddiası. Ya da hayvanların toplanıp uzak bölgelere ‘sürgün’ edilmesi… Çok daha acı verici olanı, bir kap su-yemek kampanyasına katılanların evi önündeki kapların çalınması

***

Size bir öyküden, daha doğrusu bir kitaptan ve onun anlattığı öyküden söz etmek istiyorum. Ev temizliği zamanında yeniden dikkat kesildiğim HAYTAP afişlerinin bana çağrıştırdığı bir öykü bu. Yıllar önce Atlantis Kitaplığı henüz yaşıyorken, Türkiye’nin iyi ve sermayesi güçlü yayınevlerinden biri tarafından çevirisi baskıya hazırlanmış. Batı edebiyatının “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini” adlı başyapıtıyla hem edebiyat, hem de sinema alanında fırtınalar estiren yazarı Louis de Bernieres’e ait olan kitap pek satmadığı için olsa gerek, bir gün ucuz kitaplar sınıfından kargolanıp kitabevine gönderilmişti.

 

Kitabın adı “Kırmızı Köpek.” Uzun zaman baskısı olmayan, elde kalanları da yayınevince kelepir kitaplar sınıfından gönderilen yapıtın 2007 yılında yeni bir baskısının olduğu görülüyor kayıtlarda. Sanırım sipariş vb. ile edinme olanağı vardır. Önerim, o kitabı alın ve okuyun. ‘Akılsız yaratıklar’ sınıfından görüp ‘it’ sıfatıyla horlayıp tekmelediğimiz bir hayvanın iç dünyasını, bir edebiyatçının fantastik gözlüğüyle yeniden görün ve iç dünyalarına ulaşmaya çalışan satırlardaki zengin dramayı keşfedin. Onların duyarlıklarının nerelere kadar uzandığını, sevgilerinin nasıl bir muhteva ile dolu olduğunu görerek bir kez daha şaşıracağınızı söyleyebilirim.

Yazar Louis de Bernieres, kitabın ilk baskısının arka kapağı için yazdığı satırlarda, böyle bir kitabı yazma serüvenin bakın nasıl dile döküyor:

“1998’in başlarında bir edebiyat şenliğine katılmak üzere Batı Avustralya’da bulunan Perth’e gittim, yapılan organizasyona göre Karratha’ya uğrayacak ve o yıl ilk kez düzenlenen, ‘edebi meselelerin tartışıldığı’ bir akşam yemeğine katılacaktım. Karratha epeyce kuzeyde kalan bir madenci şehri. Oraya giderken yol boyunca seyrettiğim manzara çok olağandışıydı; uçsuz bucaksız çalılıkların arasından yükselen koyu kırmızı toprak yığınları ve kayalar. Herhalde Mars’ta yolculuk yapsam, camdan dışarı bakınca aynı şeyleri hissederdim. Çevreyi keşfe çıktığımda, Dampier kasabasının biraz dışında Kırmızı Köpek‘in bronz heykeline rastladım. Heykeli görür görmez, bu harika köpek hakkında daha fazla şey öğrenmem gerektiğini hissettim. Birkaç ay sonra Batı Avustralya’ya geri döndüm ve iki hafta boyunca Kırmızı Köpek hakkında hikayeler topladım, onun gittiği yerleri ziyaret ettim ve yolculuğum sırasında duyduğum her şeyi kağıda geçirdim. Bir köpeği meşhur etmek için hikayeler yazdığımın sevgili kedimin kulağına gitmeyeceğini umuyorum.”

Kitabı, yıllar önce ilk okuduğumda aldığım tat hala dimağımda. Gelin bu tada ve bu küçük, sevgi dolu sorumluluğa siz de ortak olun. Kaybeden olmayacaksınız!

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı