
HUZUR VE SÜKUN GELECEK Mİ?
3 Kasım 2015 Salı
Geçen Kurban Bayramı’nın uzun tatil haftasında, Antalya Kumluca’da ikamet eden, ismi bizde saklı yerel bir MHP yöneticisi ile tanıştık.
Yeni tanışmanın nezaketi ile kısa bir ‘el enseden’ sonra rahat bir konuşma ortamı doğdu, benim sorularıma içtenlikli yanıtlar vermeye başladı. O sıralar Tuğrul Türkeş AKP’ye yeni geçmişti.
PKK’dan HDP’ye, Bahçeli’den 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarına uzanan, gündeme dair pek çok konuya iliştik.
MHP’li yurttaşın söylediklerini özetlersek, “kıyı yerleşmelerinde insanlar çoğunlukla kendileri gibi düşünüyordu. Başta Bahçeli olmak üzere MHP yönetimi şapkayı öne düşürmeli ve bir kez daha düşünmeliydi. 7 Haziran seçim sonuçları parti tabanı için yeterli değildi. Sinan Ogan gibi fenomen bir ismi ihraç etmeye yeltenmek Bahçeli’nin kişisel kaprisi olarak görülmekteydi. Meral Akşener gibi kendi cinsinin Mecliste son on yılda sembolü haline gelmiş bir ismi sudan sebeplerle adaylıktan çekmek, bir başka kapris olabilirdi. Tuğrul Türkeş her şeye rağmen bu partinin sembol isimlerinden biriydi. Ne yaptığı, neden yaptığı üzerine kafa yorulmalıydı.
Doğrudan ihraç, ‘Türkeş’ soyadı nedeniyle partiye zarar verirdi. Halaçoğlu gibi isimlere gösterilen hoşgörünün en azından bir bölümünü Akşener, Ogan,Türkeş ya da Fethiye Belediye Başkanı gibi isimler hak etmiyor muydu? Meclise 6 milyon kişinin oyu ile girmiş HDP’yi yok saymamalıydı. O altı milyon insan kimin vatandaşıydı? Tümünden önemlisi “Hayır”lardasomutlanan partinin hiçbir şey yapmama politikasıydı. Aksine MHP böyle fırtınalı dönemlerin partisiydi. En fazla etkili olması gereken bir dönemi ‘hayır’lardan oluşmuş bir boşluğa dönüştürme hakkı yoktu. Tüm sorumlu Bahçeli’ydi. Genç, dinamik ve ileriyi gören bir parti liderine ihtiyaç vardı. Böyle giderse MHP erimeye devam edecekti…”
Bu sohbette dile getirilen görüşler, sağduyulu düşünebilen bir partilinin çığlığı gibi gelmişti bize. Sohbetin sonunda özet olarak söylenen, “böyle giderse MHP erimeye devam eder” saptaması ise 1 Kasım seçim sonuçları tarafından yeterince kanıtlandığı için daha fazlasını aktarmaya gerek yok. Sadece şu cümleyi kuralım, AKP’nin 1 Kasım’da tüm şaibesiyle aldığı oyların içinde, MHP oylarındaki yaklaşık %4.5’lik düşüş, rastlantı sayılmasa gerek.
***
7 Haziran sonrası yazdığımız yazıların genel teması, Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ateş çemberinin özel olarak yönetilen bir süreç olduğu, bu yönetme erkini elinde bulunduranın ise MİT vb. kurumlar eliyle derin devlet seksiyonu olduğu varsayımıydı. 19 Ağustos’ta yazdıklarımız, o gün ve sonrasında ne kadar haklı olduğumuzu teslim etti. “HDP başta olmak üzere tüm sol muhalefete karşı kıyım politikasına yönelindi. PKK, THKP-C, IŞİD ardına sığınarak, faşizme rahmet okutacak kompozisyonlar yaratıldı” diye başladığımız analitik saptamamıza şöyle devam etmiştik: “Sonrasında çoğu düzmece saldırı ve katliamların ardı arkası kesilmedi. Daha çok karakucak güreşi gibi bir süreçti son 60 küsur günlük zaman dilimi. Devlet çatısını kullananlar PKK’yı, PKK Ordu’yu kışkırttı. MİT boş durmadı, sokaktaki insan kışkırttı. Erdoğan kontrolündeki ‘derinler seksiyonu’ ise Millet-Vatan-Sakarya milliyetçiliğinin sağlayabileceği öfkenin tepkisel faydasını sağaltıp kendine devşirmekten geri durmadı.” Sonraları notlarımız arasına IŞİD’in hükümetle işbirliği pozisyonunu eklemiş, Suruç’tan sonra başka katliam örgütlenmelerinin planlanıyor olabileceği kaygısını dile getirmiştik.
Haksız çıkmadık. Ankara katliamı sadece Türkiye’nin değil, sadece o günün değil, sadece sol politikanın değil, evrensel insanlık hümanizmasının bağrına saplanmış bir hançer oldu. Bir de o günün yöneticilerinin alnına sürülmüş, binyıllarca devam edecek kapkara bir leke.
***
1Kasım seçimlerinde HDP%2.35 oranında oy yitirdi. Bunda kimilerince PKK’ya yüksek sesle itiraz edememesi, kimilerince ise muhafazakar Kürt seçmenin, özerklik ilanları tarafından korkutulması rol oynadı. Bir başka iddia ise, PKK’nın Temmuz sonrası tahriklere kapılıp tam da istenen potaya girerek saldırgan bir politika yürütmesi ve yangına körükle gitmiş olmasıydı.
Bu olguların her birinin kendi etki alanında oynadığı rolü reddetmek imkansız. Özellikle arka arkaya her gün devam eden saldırılarla yaklaşık 15 gün boyunca tüm topluma ve tüm kesimlerine adeta karabasan yaşatan Ağustos haftaları unutulur gibi değil.
Ama bunların toplamının unutturmaması gereken en temel şey, erken seçim taktiklerini haklı çıkaracak bir Türkiye profili için devletin orta yoğunlukta bir savaş yürüttüğü ve gerektiğinde yüksek bir yoğunluğa çıkarabilecek kadar gözü karartmış olduğu gerçeğiydi.
HDP tarafından yitirilen oyların sanıldığı gibi batı bölgelerinde olmayışı kimilerine ilginç geliyor. Bizce değil. Baştan beri söylediğimiz, batı da değil, her gün askerin, polisin sıkıyönetiminde yaşayan Kürk bölgesinde düşüş beklemek daha akla yakındı, öyle de oldu.
Bu bilginin gösterdiği başka bir gerçek şu, batıda kullanılan oyların çok önemli bir bölümü sol politikaya gönül vermiş oylar. Tercihini bu nedenle kolayca başka partilere, hele hele AKP’ye hiç yapmaz.
***
Yukarıda iki partinin kaybına ilişkin iki ayrı gözlemi aktardık. Buna bir de, HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün değerlendirmesini ekleyerek nokta koyalım:
“HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü, “Ortaya çıkan tabloyu AKP’nin sanki eşit koşullarda girdiğimiz seçimde bir başarısı değil darbe sürecinin ortağı olarak görüyorum. Darbe süreci yaşanıyor. Net olarak söylememiz gerekirse bu silah zoruyla kazanılmış bir sonuçtur. Her yerde bir kuşatma altında yaşadığımız, dört ayda 600’e yakın insanın yaşamını kaybettiği bir çatışma ikliminin içinden geçtikten sonra AKP İzmir İl Başkanı’nın ‘Bundan sonra şehit gelmeyecek’ demesi gaftır. Allah söyletiyor işte. Bu şartlar altında gerçekle karşı karşıya kaldığımız manzara milliyetçi mukaddesatçı cephenin oluşmuş olmasıdır. İstikrar denen şey aslında savaş hükümeti olarak ortaya çıktı. Ben buradan huzur ve sükun geleceğini düşünmüyorum. Sıkıntılı iç ve dış politika ile karşı karşıyayız. Sonuçlara, acı çeken halkın yanından baktığımızda ne yazık ki bir darbe rejimi, silah zoruyla kendisine meşruiyet görüntüsü kazandırmıştır.”
Savaş hükümeti saptaması için bir süre beklemenin, gözleyip izlemenin yararı olabilir. Ama altını çizmeden geçemeyeceğim vurguyu tekrar etmek istiyorum:
“Net olarak söylememiz gerekirse bu silah zoruyla kazanılmış bir sonuçtur.
Ben buradan huzur ve sükun geleceğini düşünmüyorum.
Sıkıntılı iç ve dış politika ile karşı karşıyayız.”