REKLAMI GEÇ

HER DİRENİŞ BİRAZ GEZİ’DİR

30 Mayıs 2015 Cumartesi

I DENİZLİ’DEKİ GEZİ PROFİLİ

Gezi Parkı Direnişi döneminde tüm yurda yayılan direnişler, bir tür “çokluk” yarattı.

Farklı toplum katmanlarının aynı düzlemde bir direniş ruhu yansıtması, bir uçtan diğer uca Türkiye toplumunu harmanladı, muhalefet etme üslup ve biçimine yeni bir şekil verdi. Yakın bir dostun deyişiyle globalizmin, anti-globalizm olarak tarif edilebilir karşıt biçiminin örneklemi sergilendi.

Bu meyanda Denizli, Gezi Direnişi sürecinde hiç azımsanmayacak biçimde, yıllardır bir arada olamama sıkıntısını aşmanın örneğini verdi. Henüz ilk günden başlayarak (1 Haziran yürüyüşü) kitleselleşmiş yürüyüş, miting ve gösterilerle Geziye destek oldu. Özellikle gençliğin direnci, sürükleyici ve devamlılık sağlayan temel faktördü.
O ilk yürüyüş, göz kamaştırıcı bir katılım ve enerjiye tanık oldu. 20-30 bin arasında olduğu varsayılan yürüyüşün özgül niteliği tümüyle kendiliğinden ve 20 saat gibi bir zaman dilimi içinde sosyal medyada örgütlenerek başlamış olmasıydı. Çınar Meydanında toplanıp yürüyüşe geçen kitle, Gazi Bulvarı, Valilik meydanı, Doktorlar caddesi, Saltak ve Çaybaşı caddeleri, Lise, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nden Demokrasi Meydanı güzergahını izledi. Yürüyüş boyunca gözlenen yoğun katılımlar kitlenin hızla artmasına yol açtı.

“Denizli Gezi Platformu” olarak kendini adlandıran direnişçiler, Çınar Meydanını mesken tuttu. 24 saat alanı terk etmeden ve gün boyu süren kısmi saldırı, karalama, tehdit ve korkutmalara karşı inatçı bir ısrarla eylemine sahip çıktı.

Çok kısa sürede oluşan gelenekle, her akşam direnişçilerin çadırları, masaları ve yayınlarını takip eden, onları ziyaret ederek ihtiyaçlarına destek olan bir tutuma tanık olundu. İşinden çıkan ya da izinli olan herkes direniş alanına adeta aktı. Özellikle akşam saatleri en yoğun katılıma sahne olan zamanlardı.

Farklı siyasal ve sivil toplum kesimleri bu katılıma en fazla destek verenler oldu. Ayrıca bireysel destekler günün her saatinde eksik olmadı. İaşe konusunda hiç sıkıntı çekilmedi. Direnişin müdavimleri ile devam ettiricileri (ayrım tartışılsa bile gözlemlerime dayanarak doğru olduğunu düşünüyorum) farklılık gösteren protesto tercihlerine karşın, demokratik bir biçimde tahammül edişin özel bir örneğini sergilediler. Aynı biçimde, farklı örgütsel yapılar ve düşünce sahipleri de bu tahammül edişe uyum sağladılar.

Zaman zaman yaşanan kısmi tatsızlıklar kolayca giderildi, bunun için karşılıklı iletişim kurulabildi. Hafta sonları canlı toplanmalarla geçerken, bu performans hafta içinde düşük yoğunluklu seyretti.

Yaklaşık 18-20 gün devam eden Gezi Direnişine destek eylemleri, ikinci ve yoğun katılımlı yürüyüşünü Haziran ayının ortalarında (16 Haziran) gerçekleştirdi. Katılım yine yoğundu ve bu kez meskenlerde pencerelerden sarkan ya da balkona çıkanlarla yolda iş dönüşü eve gidenlerin geleneksel protesto araçları olan tencere, tava bayrak ve alkışlarla etkin biçimde protestoya dahil oldukları gözlendi.

Son günlerinde İstanbul’da yaşanan polis saldırıları ve organize biçimde Gezi direnişine katılımları yok etmek için gösterilen hükümet kararlılığı, Denizli polisini de harekete geçirdi. Bir sabah gelip çadırlarında uyuyan insanları çınar meydanından çıkardılar. Çadırlarına el koydular ve Belediye zabıtası marifetiyle alanı ‘temizlediler.’ Meydanda bulunan Horoz heykeli çadırı etrafında ‘sticker’larla insanların duygu ve desteklerini ifade ettikleri ve Denizli’nin gördüğü en demokratik eyleminin yarattığı edebiyatı sildiler. Şimdi sadece fotoğraflarda görüntüsü kalmış olan o edebiyatın bir gün yine bir başka biçimde yeniden tezahür edeceğine inanıyorum. Umarım bu dilek gerçekleşir çünkü sadece eleştirinin değil, aynı zamanda şiirin, sloganın ve en çok mizahın nasıl bir toplumsal ortaklık içinde üretilebileceğinin en güzel örneğini o ‘meydan gazetesi’ cümle aleme gösterdi.

II GEZİ DİRENİŞİ BİTER Mİ?
Denizli’de Gezi Ruhu bitti mi? Hiç sanmıyorum. Aksine katılan ya da katılmayan insanların tümü de hala o şenlik havasında muhalefet etme marifetinin yarattığı coşkuyu özlüyorlar. Yeni ve başka etkinlik, protesto, direniş ya da miting, yürüyüş içinde bir araya gelmeyi arzu ediyorlar.
Aslında Gezi Direnişi ve yarattığı anaforu analiz etmeden, onun tarifini yapmadan Denizli’de Gezi bitti mi? sorusuna sağlıklı bir yanıt vermek olanaklı değil.
Bu tarifi yapmak bu sütunlarda şimdilik olanaklı değil. Ancak ipuçlarını sunabileceğimiz genel bir değerlendirme çabası bize bu sorunun yanıtını hangi temele dayanarak verebileceğimizin çerçevesini kısmen çizebilir.

III GEZİYE KISA TARİHÇE
Çok kısa bir açıklamayla; Gezi protestoları aslında ilk satırlarda aktardığımız bir anekdotun sonuç cümlesine uygun bir karakter arz ediyor. Bu arz edişi, global dünya sistemine karşı anti-global direniş yöntemi olarak özetlemek mümkün. Ya da Antonio Negri ve Michael Hardt’ın çok yerinde analizleriyle saptadıkları “çokluk” kavramının pratik tezahürü olarak nitelemek…

Yeryüzü sisteminin, diğer adıyla modern kapitalizmin kendi açmazlarından doğan ve kendini yeniden üretme süreçlerine dönüşen sürekli bunalımlar, özellikle kırk yıllık liberal iktisat politikalarının değişmez unsuru olageldi. Bu zaman dilimi, beraberinde toplumsal muhalefet araçlarının da değişip yeniden biçimlenmesine yol açtı. Klasik Marksist terminolojinin argümanları arasına sıkıştırılmaya çalışılan mücadele yöntemleri çeşitlendi, zaman zaman başka düzeyde seyretmeye başladı.

Bunu ilk tartışanlardan biri Andre Gorz oldu. “Elveda Proleterya” adlı yapıtı yayınlandığı dönemde yıllarca sürecek bir tartışmanın kapısını araladı. Gorz’a göre artık “işçi sınıfı” tarih sahnesinden kalkıyordu. Teknoloji bu sınıfı yok etmekteydi. Dolayısıyla sınıf kimliği üzerinden toplumsal devrimler öngören Marksizm’in de sonu gelmişti. Giderek gereksiz bir düşünceye dönüşecekti. Mutlak olan Kapitalizm değilse de, işçi sınıfı hiç değildi. Marksistler tarafından muğlak, amorf ve güdüsel olarak savunulan bazı düşüncelerin bu tezlerin bazılarında apaçık ve doğrudan dile getirilmesi, dünya üzerindeki pek çok çevre ve siyasi oluşumun şimşeklerini üzerine çekti.

Andre Gorz’un çok ileri giderek absürd hale getirdiği analitik yaklaşımlar, aslında 2. büyük savaş sonrası Batı Marksizmi’nin kıyısından köşesinden tartıştığı pek çok argümana ilişmekteydi. Devlet sorunu başta olmak üzere, sivil toplum, demokrasi ve merkeziyetçilik, teknoloji ve sonuçlarının bireysel emek süreçlerine etkisi, sosyal devrimlerin politik bileşenleri ve halkçılık kuramı gibi pek çok alanda zaten Marksistlerin kendi iç tartışmaları bilinmekteydi.

Yine de Andre Gorz haklı değildi. Çünkü aynı tezler, kapitalist iktisadın teorisyenlerince yıllarca savunma ve saldırı aracı olarak kullanıldı. Nitekim yıllar sonra Japon Kökenli Amerikalı iktisat teorisyeni (sonraları Amerikan şahinlerinin kuramcısı olarak epeyce saltanat sürdü) Francis Fukuyama “Tarihin Sonu ve Son İnsan” başlıklı makalesiyle kapitalizmin mutlak iktidarını kutsayan tezlerini açıkladı.

IV ÇOKLUK
Ancak, farklı tarihlerde ama aynı süreçte ortaya çıkan bu görüşler kısa zamanda asar-ı atika müzesine doğru yolculuğa çıktılar.

Çok sonraları, Seattle’da gelişen ve “çokluk” kavramının örnekleri arasına giren protesto ve direniş biçimleri, giderek dünyanın pek çok ülkesinde hayat buldu. “Çokluk” kavramının içini dolduran “farklı toplumsal katmanların kendi özgüllüklerini ve toplumsal kimliklerini koruyarak aynı amaç için bir arada direnme, mücadele etme” niteliği, son yıllarda giderek artan sayıdaki direnişlerin ortak bir özelliği olmaya başladı. Yakın yıllardaki Meksika direnişinden başlayarak İtalyan ve Fransız kamyoncular direnişi, bu direnişe uluslararası düzeyde görülmemiş bir destek sağlanması, G8 ve G20 toplantılarına gösterilen güçlü direnişler, Yunanistan, İngiltere ve İstanbul’da çok nicelikli katılımlarla yapılan gösteriler, sonrasında “Arap Baharı” ve devrilen diktatörlükler, arada “Wall Street’i İşgal Et” eylemi, son olarak İstanbul Taksim Gezi Parkı ve Brezilya direnişi “Çokluk”u vücuda dönüştürdü.

Andre Gorz ve Fukuyama’yı haksız çıkaran her şey aslında, Marksizm’i tutuculuk düzeyinde savunmaya çalışan kesimleri de yeniden düşünmeye sevk etti. Gezi Parkı Direnişi, ülkemizdeki aynı tür savunucuların şapkasını düşürüp kelini ortaya çıkardı.

Son söz: Aslında Denizli’deki Gezi, İstanbul’da ya da Brezilya’da ya da Kuzey Afrika’da olanların bir parçası olmayı başardı. Artık her an buradan izlendiği ve gözlendiğini, gerektiğinde çok kısa bir zamanda örgütlü veya örgütsüz olarak tepki verilebileceğini kanıtladı.

Gelecekte de inancımız odur ki, aynı biçimde sadece Türkiye değil, dünyanın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkabilecek böylesi protest eylemlerin karşılığı, Çınar Meydanında ruhunu bulmaya devam edecek.

Adı geçen yazarlar ve kitapları için not:
1- Çokluk, A.Negri-M.Hardt, Ayrıntı yayınları, 2004 İstanbul
2. Elveda Proleterya, Andre Gorz, Afa yayınları, 1986 İstanbul
3. Tarihin Sonu ve Son İnsan, F.Fukuyama, Simavi yayınları, 1993 İstanbul

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı