REKLAMI GEÇ

“İNSANLIK ÖLÜYOR”

10 Ekim 2015 Cumartesi

Dün gece yarısı çıktığımız yolculuğa insanlığı feda ettik, dönüyoruz.
Beş otobüs, 250 kadar kişi ile yola çıkmıştık, diyetimizi ödeyip dönüyoruz.
Ülkenin başkentinde kanla doyan vampirleri besledik, eksiğimizi yüklenip dönüyoruz.

***

Dönüş yolu için otobüslere bindiğimiz noktada not almaya çalışıyorum.

Herkes önünü, yanını, sağını solunu kontrol ediyor. Eksik var mı, gelmeyenler nerede tespite uğraşıyoruz. Bir kişi eksik derken, öğreniyoruz ki kan vermeye gitmiş, dönüyor.

Yine de endişeliyiz, hen an bir kayıp haberi alabiliriz.

Bu arada otobüsün radyosunda heyecanlı bir spiker ard arda kan ihtiyacı anonsu yapıyor.
Ölümü gören, sindiren yüzler boş ve sapsarı suretleriyle bakıyorlar.
Taşıdıkları yaralıları şanslı addedip, kaç ölünün üstünü örttüklerini sayıyorlar acıyla.
Ölen insanlığın resmini böyle çiziyorlar eksiğini bekleyen otobüsün terli koltuklarında.

***

Çok keyifliydik halbuki.

Cüneyt Zeytinci, Kemal Karabulut, diğer tanıdıklar sabahın aydınlandığı saatlerde Ankara girişinin gündoğumu güzelliğini övmüştük.

Nereden bilelim o sarımsı kızıllığın bir kaç saat sonra kanla boyanıp kıpkırmızıya döneceğini.
Otobüsten inip ayrıldık. Henüz saat sabahın sekizi.
“Bir çorba içelim” diyorum Kemal Abi’ye. “Tamam” diyor.
“Hatta” diyorum “yakın olsun, Konur Sokak’ta içelim.”
Eski meslek ya, bir kaç kitapçıyı tavaf etmeyi araya sıkıştırabilir miyim hesabındayım.

***

Akşamdan Yaşar Çallı’yı aradım, sabah Emek’teki atölyede misin diye, tedavide olacakmış, “ilerleyen saatlerde buluşalım” diyor.

Nitekim hastaneden arıyor, sözleşiyoruz. Sonra gün boyu araşıyoruz ama buluşup görüşmek ne mümkün?

Çorbayı içip mitinge doğru akşamdan beri kas spazmı yaşayan sol bacağımı sürüyerek yola çıkıyoruz. Konur Sokak çıkışı alüminyum folyoya sarılı, ucunda fünyeye benzer, uzunca fitille topaç gibi, orta boy karpuz büyüklüğünde bir paket düşüyor yola. O an jeton da düşüyor.

Kemal Karabulut’a dönüp, “bomba düzeneği herhalde böyle olur, uzak geçelim” diyorum.

Aklıma düşmüşken devam ediyorum, “bu gün bombalar patlamazsa iyidir.”

Kemal abi “olmaz canım” diyor, “Ben daha önce burada çok fazla mitinge katıldım, öyle bir şey olmadı” diye teskin ediyor.

***

Bomba fikrini unutuyoruz. Aklımın ucundaki Suruç’u da kovalayıp yürüyorum.

Bacağımdan dolayı yavaş yürüyorum, henüz alana varmadık. Çantadan Ipad’i çıkarıp açıyorum. İçgüdüsel olsa gerek. Kıpkırmızı zemine simsiyah puntolarla yazılmış:

“Ankara’daki Barış Mitingi’nde patlama. Ölü ve yaralılar var!”

***

Sonrasını yazmak ve anlatmak ne mümkün?
Telefonlara sarılıyoruz, ulaşabildiğimiz insanlarda bir kayıp yok şimdilik.
Haberler hızla çoğalıyor, bu arada alana giriş çoktan kapanmış.
İnsanlar yarı panik halinde. Neyse ki izdiham yok. Neye yarayacaksa?

Katliam tüm Dünya’da duyulmuş, ama ambulanslar yenice yollara döküldü. Neredeyse bir saat geçmiş olacak. Bu arada polis tomaları devrede, kalabalığı dağıtmak için gaz sıkıyor, polis havaya ateş açıyor.

Cüneyt Zeytinci’yi arıyorum, “Patlamanın yakınındayım, fotoğraf çektim geliyorum” diyor. Nerede buluşalım, Mimarlar Odası merkezinde buluşmaya sözleşiyoruz.

Alandan çıkanlara katılıp geri dönüyoruz.

Bu arada anlaşılmaz bir uğultuyla herkes bir ağızdan yaşadıklarını konuşuyor.

Ölenleri, yaralıları anlatıyorlar. “Haber ajanslarına ilk düşen haberler doğru değil. Adeta ceset tarlasıydı” diyor birisi.

***

Cüneyt Zeytinci geliyor, hızla odanın sakin bir bürosuna geçiyoruz.

Telefonuyla çektiği fotoğraflara bakmak mı?

İnsanlık işte şimdi, hem de bu ülkenin tam orta yerinde, başkentinde öldü. Beş ay önce bıraktığım sigaradan bir kaç tane arka arkaya içmesem dayanamam. Kemal abiye bakıyorum, kurumuş, manasız, acıyı hissetmekten yorulmuş, kapkara bakışlar gelip oturmuş yüzüne. Odada bir kaç kişi var, onlar da öyle.

Fotoğrafları bilgisayara indiriyorum. Az önce taşıdıkları cesetlerin şimdi de fotoğraflarına bakıyorlar.

***

“En az 45 dakika geç geldi ambulans” diyor biri, bir diğeri de yaralıları kendi özel araçlarıyla hastaneye taşıdıklarını anlatıyor.

Telefon susmuyor. Denizli Haber’den aramış bizimkiler, sessize aldığım telefonda 53 cevapsız arama var.

Son bir telefon geldi; gidiyoruz…

Ölülerimizi arkamızda, olmayan barışa diyet olsun diye bıraktık dönüyoruz.

Mimarlar Odası’ndan iniyoruz Konur Sokak’a. Karanfiller içinde uzunca bez bir pankart yola serilmiş.

“İnsanlık ölüyorr” diyor masmavi rengin boyadığı harfler.

Oysa insanlık öldü bile az önce…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

mehmet   -  Bağlantı 10 Ekim 2015, 14:29

İktidar hırsıyla gözlerini kan bürüyen bu karanlık zihniyete karşı inadına barış diyen aydınlık insanlarımız yine katledildi. Artık yeter! Suruç,Diyarbakır,parti ve gazete binaları ve şimdi de Ankara… Sizin istikrar anlayışınız bu.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı