REKLAMI GEÇ

MİLLİYETÇİ STRATEJİ

7 Temmuz 2015 Salı

7 Haziran seçimlerine birkaç hafta kala yazmıştık;

“MHP, AKP ile olası koalisyonun görünen en güçlü ortak adayı. Bunu AKP’de görüyor. O nedenle seçim meydanlarında Bahçeli’nin AKP’den çok Erdoğan’ı hedef alan bir konuşma üslubu kullandığı gözleniyor. Bazı MHP mitinglerinde AKP yöneticilerinin Bahçeli’ye ‘hoş geldin’ pankartı açmaları sürpriz sayılmıyor.”
BU satırların üzerinden 1 ay kadar zaman geçti, MHP hala rahat. Çünkü kaybedeceği fazla bir şey yok. İddiası da yok. En kötü olasılık, bir erken seçimde 1-2 puanlık kayıpla 50-60 vekile razı gelir. Ha 80, ha 60. Ne fark eder?

Oysa MHP’nin paranoya düzeyine ulaşan asıl stratejisi, HDP ve barış süreci odaklı. Bunu sakladıkları da yok zaten.
***
Bu stratejinin en önemli ve gerçekçi boyutu barış sürecini yadsıyan tutum. Planlama olarak ise AKP ile geçmişte yaşanan barış süreci görüşmeleri ve Öcalan ziyaretlerinin önünü alacak, bu amaçla her iki partinin arasındaki mesafenin artmasına yol açacak bir dönemsel strateji.

Bunu sağlamanın bir yolu, genellikle Bahçeli’nin yaptığı gibi ‘esip gürlemek’ olabilir. Ama bir başka yolu da, saman altından su yürütmek neden olmasın? Nitekim Meclis başkanlığı seçimi ve öncesinde devamlı vurgulandığı gibi, MHP’de asıl hedef HDP’dir. AKP ile köklü bir alıp veremediği anlaşmazlık konusu yoktur. Son yıllarda yaşanan toplumsal sorunlar içinde yolsuzluk ve hukuksuzlukların MHP açısından zemini sanıldığı kadar geniş değildir. Genel Başkan Bahçeli’nin ‘kırmızı çizgi’lerini sayarken sıraladığı maddelere dönüp bir kez daha bakalım. MİT tırları, yeni iç güvenlik yasası, sulh ceza hakimliği, çevre sorunları, (3.köprü, havalimanı, kanal İstanbul vb.) Suriye savaşına müdahil olma girişimleri, seçim barajı, taşeron sistemi gibi daha pek çok konuda MHP’nin itirazı nereye kadar?
***

 MHP’yi rahatlatan sadece seçim sonuçları aslında. bir de sorumsuz bir muhalefet konumunda oluşu. O nedenle atıp tutma konusunda cesur ve ölçüsüz.

Partinin koalisyon pazarlıkları için kırmızı çizgi olarak sunduğu ‘olmazsa olmazları’ ise rahatsızlık unsurları. Bu unsurlar, barış süreci, 17-25 Aralık yolsuzlukları ve Erdoğan’ın Çankaya’ya dönmesi.
Oysa MHP’yi rahatsız eden bir başka konu daha var. 7 Haziran sonrası güven bunalımı yaşayan AKP’ye karşın, solda daha tutarlı ve kendine güvenli bir havanın hakim oluşu. Bir de barış dilinin Ege’den Suriye ve Güneydoğu’ya uzanan sahada daha geniş bir kullanım cephesi kazanmış olması. Yalpalayan AKP’yi bu sürece karşı sigorta gören MHP, artık o sigortadan fazla umutlu değil ve tedirginliği giderek artıyor.

Tevellüdünde kaba milliyetçi ideolojinin ırkçılığa uzanan emarelerini çokça bulabileceğimiz bir partinin bir gecede demokrasi havarisi olması mucizesine bel bağlamıyorsak, bu gerçeği göz ardı edemeyiz. O nedenle de MHP’ye örtük veya açık biçimde bel bağlamış görünen diğer muhalefet partilerinin tavrını da, günlük politikanın küçük kazanım hanelerinin argümanları olarak görüp geçelim.

Dolayısıyla MHP’nin asıl tereddüdünü doğudan, batıdan ve güneyden tüm ülkeyi sarmaya başlayan halkçı, demokrat ve barışçı havanın kışkırttığını söylemek abes olmaz.
***
Olası bir erken seçimde bu havanın CHP ve HDP’ye oy verenler üzerinde yaratacağı pozitif etkiyi hesaplayan MHP, AKP bunalımının sağa verdiği zararın farkında. Son yılların devlette rant ve yolsuzluk savaşlarını sembolize eden 17-25 Aralık tarihleri üzerinde bu kadar fazla duruş sebebi de bu.

‘Kerim devlet’, ‘baba devlet’ imajının aldığı yaralar, MHP’nin özlediği otoriter-hakim devlet karakteriyle örtüşmüyor. Çünkü toplumsal algı, devletin sanki tüm tarihi boyunca, bu suçlara her zaman ortak olduğu inanışına yol açıyor. Kolay değil, nerdeyse 15 yıldan beri bu iktidarın çürüttüğü bir sistem var ve bu da arada bir kuşak yetişmesi demek. MHP bundan tedirgin.
***

Bu tedirginliği daha iyi anlamak için belleğimizi canlandırmak yeterli.

Hiç kimse alınmasın ama 1970’li yılları doğrudan politik iklim içinde yaşayan Türkiye genç kuşağının milliyetçi cenah ile bir sorunu var. O yıllarda yaşanan faili meçhuller, toplu katliamlar, devletle işbirliği içinde solcu avı, faşist komando eğitimleri, MC hükümetlerinin silahlı çetesi rolü ve en önemlisi faşist ideolojinin ırkçı kaynaklarını da unutmadan faşist militanların yeniden üretimi mekanizması; hepsi de milliyetçi-ırkçı marifetlerdir. Keza Maraş, Çorum, Sivas katliamlarındaki rolleri unutulmadı, unutulmayacak.
***
Olmadı mı, inanmadınız mı?

O halde son haftada ölçüsüzce devam eden sokak çetesi saldırganlığına dönüp bir bakıverin.

Sokakta dolaşan her çekik gözlüye fütursuzca reva görülen ırkçı çirkinliğe. Ya da “burnunda Çinli kanı kokusu tüten” ‘milliyetçi-ülkücü tayfaya!

Şimdi siz söyleyin, son 35 yıldır ne değişmiş? 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı