REKLAMI GEÇ

ORTADOĞU ‘İÇ SAVAŞINA’ DOĞRU (MU)?

22 Ağustos 2013 Perşembe

20. yüzyılda gerçekleşen sayısız savaşın genel tarihi ve evrimi bize böyle bir kanaatin ipuçlarını veriyor. Çok bilinen ve yakın Avrupa tarihinin şekillenmesinde önemli roller oynayan özellikle iki iç savaşın yol açtığı sonuçlar, bu kanaati pekiştiren çok önemli sonuçların göstergeleriyle dolu.
***
1936 yılı boyunca devam eden İspanyol iç savaşının sonuçları, tüm Avrupa’yı, giderek tüm dünyayı yıllarca sürecek bir savaş esaretinin kollarına teslim etti. Bu savaşı bir kobay gibi kullanan Hitler’in desteklediği, General Franco liderliğindeki Faşist Falanjist rejimin Cumhuriyetçilere galebe çalması, başka pek çok unsurun bileşimiyle Hitler rejiminin saldırganlığına cesaret aşıladı. Sonuç ikinci Dünya Savaşı için aynı Hitler’in çok beklemesi gerekmedi, 1 Eylül 1939 sabahı Polonya işgalcilerin postal seslerine uyandı.
***
Çin ve Yunan iç savaşlarını geçelim. Ardından Vietnam, ikinci büyük savaştan 20 yıl sonra dünyanın tüm dengelerini alt üst eden son büyük kavgaya sahne oldu. Sonunda Amerika başta olmak üzere, dünya emperyalizminin neredeyse tüm rotasını, eksenini başka bir strateji çerçevesinde yenilemesine yol açtı. Özgürlük arzusunu pekiştirdi, bağımsızlık hayallerini gerçeğe dönüştürdü.
***
1970’li yılların Türkiye’sini hepimiz hatırlayalım. Kara Pazarlar, Kanlı Perşembeler ve ‘77 1 Mayısları, örgütlenmiş faşizmin ve uluslararası gizli teşkilatların ‘derin’ faaliyetlerinin deneme tahtasına dönüştüğü ülkemizin yakın tarih literatürüne unutulmaz ‘armağanlar’ olarak kaldı. (O zamanlar, işimize gelmeyen her eyleme henüz terörist yaftası yapıştırmayı öğrenmemiştik.) Sonrasında 12 Eylül Faşizmini kimimiz alkışladık, kimimiz yerdik, kimimiz zindanlarında acı çektik. Ama Türkiye toplumunu onulmaz acıların kucağına atan bu sürecin yarattığı değişim öylesine güçlü bir metafor üretti ki, geçmişi unuttuğumuz gibi, hiç birimiz geleceği hayal etmeyi bile beceremez hale geldik.
***
Ortadoğu halklarının son on yılda aldığı mesafe, ne yazık ki ‘iki ileri bir geri’ pozisyonunda üretilen diplomatik ilişkiler sayesinde tarihinin en karanlık ve karmaşık savaşlar büyüklüğü ile yok hükmünde sonuçlara sahne oluyor. Büyük savaşların yol açtığı insan zaiyatı ve kıyımlara nazire yaparcasına neredeyse her gün binlerle ifade edilen kayıplar, savaşın kalamoza günlüğüne kayıt edilmeye devam ediyor.
İran duruldu. Hatta son başkanlık seçimleri, ülkenin 30 küsur yıldan beri izlediği Ortadoğu şahini politikalarında yumuşama yaşanacağı işaretleri ile yorumlanıyor.
Oysa Irak hala her gün onlarca insan kaybıyla savaşın içindeki konumuyla anılmaya devam ediyor.
Suriye, geçen yılların Irak rolünü üstlenmiş durumda. Tarihin tekerrürü, Suriye devleti ile muhalif güçler arasındaki çatışmalarda kullanılan insanlık dışı araçlarla yenileniyor. Kimyasal silahlar, toplu kıyımlar, ortalık yerde infazlar, halkı her iki tarafın oyununda piyon olarak kullanmasıyla sonuçlanıyor.
Mısır son halka olarak sahneye çıktı. İki yıl önce meydanlarda eski diktatörün koltuğunu altından çekip alan halk ayaklanması, bir başka diktatörün, geleneksel Ortadoğu yönetme biçimlerine pek hevesli şeriat düşkünü Mursi yönetiminin başa geçmesiyle sonuçlandı. Önlenemez bir başka ayaklanma ile Mursi’nin tahtı sallanmaya başlamışken, bunu fırsat bilen Mısır ordusu Faşist bir askeri darbenin ardından yönetimi ele aldı.
Son iki yıl içinde yaşanan ‘Arap Baharı’ mevsimsel döngüsünü tamamlayıp, sıcak yaz günlerinde tam bir kış karanlığı yaşamaya başladı. Henüz tünelin ucu görünmüş değil. Sonuçları nasıl tezahür edecek, hiç kimse kesin olarak bir öngörüde bulunamıyor. Ama görünen o ki, onyıllar boyunca devam edecek bir bölgesel karışıklık ve savaşlar halinin kolayca son bulmayacağı. Son olarak Irak Kürt yönetiminin Suriye konusunda başlattığı aktif girişimler, olası bir bölgesel savaş mozayiğinin bundan sonraki süreçte giderek daha da zenginleşeceğinin işareti gibi duruyor.
***
Bu mozayiğe son eklenen motif Türkiye olabilir mi?
Sanırım bu gündemde sorulması gereken en önemli soru bu. Son yıllarda AKP hükümetinin içte ve dışta sürdürdüğü çatışmaya dayalı dış politika anlayışı, tuhaf bir biçimde Gezi Direnişleri sonrası daha da aktif hale geldi. Her fırsatta başka ülkelerin içişlerine müdahaleyi Allah’ın adını anarak meşru kılmayı adet edinen hükümetin başı Erdoğan, başka ülkelerin en küçük eleştirilerine karşı pervasız bir tahammülsüzlük örneği sergilemeye başladı. Her konuşmasında Gezi direnişçilerine atıp tutmayla başlayan söylevleri, dış güçler konsepti ile topu dışarı atma savunmasına yöneldi.
Bu durum hala devam ediyor. Böyle devam edeceği belli ama önemli olan bundan sonraki gelişmeler karşısında takınılacak tavrın, ülkeyi nereye ve ne gibi çatışmalara sürükleyeceği olasılığı. İsrail, Suriye, Mısır, İran ve Irak gibi tüm Ortadoğu çemberinin, AKP hükümeti eliyle bir devlet küskünlüğü yaşadığı ortada. Zaman zaman tehditlere varan tehlikeler içeren bir küskünlük bu. Bu küskünlüğe şimdi de Arap yarımadası şeyhlerinin Türkiye dış politikasına karşı sayılabilecek son kızgın açıklamaları eklendi.
Sorun yukarıda adı sayılan ‘itilaf devletleri’ bloğunun şeytani politikalarına karşı sadece Erdoğan’ın vesayeti ile süren ‘inşa edilmemiş demokrasi’yi koruma çabası olarak görülebilir mi? Galiba en az inandırıcı olan söylem bu olmalı.
Retorik her şey değildir. Ama Erdoğan retoriği giderek pek çok olumsuz sonuca yol açabilecek tehlikelerle dolu dile dönüşmektedir.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı