REKLAMI GEÇ

STRATEJİK ARMAĞAN!

2 Ağustos 2016 Salı

Sanki her şey bir anda geliverdi.

Mart ayı ortalarında Rıza Zarrab Amerika’da yakalanıp hapsedildi. Uzun pazarlıklarla geçen görüşmeler sonuç vermedi, 50 milyonluk kefalet teklifi Güney Bölge Federal Mahkemesi tarafından geri çevrildi. Savcı Bharara, Zarrab’ın Türkiye’deki tüm parasal iş ilişkilerini ve rüşvet çarkını ortaya koyan kısa bir liste ile kamuoyunu bir ölçüde bilgilendirdi. Bu kadarı bile işin ucunun yargılama döneminde kimlere uzanacağı ve ne gibi sonuçlar ortaya koyacağını göstermeye yetti.

Mayıs ayında Panama belgeleri yayınlandı. Belgelerle AKP ve Erdoğan’ın en yakınındaki iş adamlarının parasal işleri için kullandıkları Panama’daki Offshore şirket ve hesapları deşifre oldu. Belgeleri Türkiye’de yayınlayan medya kuruluşu, hem adı geçen bazı iş adamları, hem de devlet yöneticilerinin tehditlerine hedef oldu.

Yargıda, Polis teşkilatında, kamunun diğer yönetim kademelerinde görevli pek çok bürokratın üzerindeki ‘Paralel’ ‘muhalif’ ve ‘terörist’ kılıcı daha keskin bir hal aldı. Tutuklamalar, açığa almalar ve gözaltılar hız kesmedi.

Savaş havasında devam eden Suriye sınırı ve Güneydoğu Kürt bölgesinde yaşanan çatışmalar, aynı hızla sürdü. Sokaklarda IŞİD canlı bomba katliamlarına girişti. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere büyük illerdeki bombalı saldırılarda pek çok yurttaş yaşamını yitirdi.

AKP olağanüstü kongresi bu ağır atmosfer sonucu ortaya çıkan çatlağın derinleşmeye başlamasıyla gündeme geldi. Önceki Başbakan Davutoğlu tasfiye edildi, Binali Yıldırım Başbakan oldu.

“Wikileakes Türkiye belgelerini yayına hazırlıyor” söylentisi Nisan ayında ortaya atıldı. Ama yayını darbe girişiminin hemen ertesinde gerçekleşti. Belki bir süre daha gecikecek gibi duran belgelerin yayım tarihi, sanki darbe girişimi ile birlikte hızlanıp erkene alındı. Ne var ki site daha yayına girer girmez Türkiye kökenli hackerlerin saldırısına uğrayıp çöktü.

Bu gelişmeleri tamamlayan daha ikincil gelişmelerin yarattığı gerginlik, son olarak İstanbul Atatürk Havalimanı’na yapılan saldırıda 45 kişinin yaşamını yitirmesi ile doruğa çıktı.

İktidar aleyhinde gelişen her şey önü alınamaz bir sel gibi akıyordu. Ama bu böyle gidemezdi, nitekim gitmedi.

***

İktidardakiler için yol uzun ama zaman kısa. Hedefe varmak için kollar sıvandıysa, artık herkes elini çabuk tutmalı. Bu bir yandan gündemin katlanılmaz çatışmalarına olan dikkati dağıtmalı, diğer yandan temel hedefi daha da mümkün ve yakın kılacak girişimlere dönüşmeli. En önemlisi ulusal ve uluslararası düzeyde yaşanmakta olan yalnızlık zinciri en yakın ve zayıf halkadan kırılmalı. Nedir bu halka ya da halkalar? Elbette stratejik ya da bölgesel olarak işbirliğinin zorunlu olduğu ortak coğrafi sınıra sahip güçlü komşu devletler. Yani kuzeyde Rusya, güneyde İsrail, doğuda İran, Batı’da… Amaan, şimdilik Batı gözden çıkarılabilir. Onlar demokrasicilik oynayadursunlar!

***

Temmuzun ilk haftası hem Erdoğan hem de hükümet bir anda ciddi taktik değişikliklere yöneldi. İlk hedef Rusya oldu. Özür dilendi, zeytin dalı uzatıldı, nazlanan Putin, adeta serenatla ikna edildi. Sonrası geldi. Hala bu yumuşama süreci ile ilgili kararlar gündemi işgal ediyor. Son olarak Rus pilotu vuran kişi için tutuklama kararı çıkarıldı.

Ardından İsrail ile “one munite” sonrası yaklaşık 7-8 yıldır yaşanan gerginliğe son verme demeci geldi. Erdoğan Mavi Marmaracıları haşladı, “bize mi sordunuz giderken” deyiverdi. Devamında İsrail ile bir protokol çerçevesinde sorunların çözümü için anlaşma imzalanacağını açıkladı. Çok geçmedi o protokol imzalandı.

Suriye ile ilgili uzun zamandan beri devam eden ama son aylarda pek kullanılmayan anti-Esad dili yerini bir anda olumlu demeçlere bıraktı. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” için pilot bölgesi olan Suriye ile dolaylı görüşmelerde yumuşamadan söz eden analiz ve yorumlara hükümet kanadı sessiz kalarak adeta zımni onay verdi.

***

Rusya, İsrail, Suriye ve İran’ı müzakere masasına davet eden zeytin dalının genişlettiği diplomatik alan, bundan sonrası için başka imkanları fırsata çevirmeye dönüşmeliydi.

Sonra hızlandırılmış bir film şeridi gibi dönerek akmaya başladı her şey.
‘Darbe kalkışması’ndan* kısa süre önce TBMM yargıya köklü bir müdahale öngören yasa değişikliklerini onayladı. ‘Hukuk literatüründe ‘Temel Kanun’ olarak nitelenen “hızlandırılmış” ve “sıkıştırılmış”(Doç.Dr. Şeref İba) yöntemle meclisten geçirdi. Daha genel bir saptamayla yargı alanı büyük ölçüde Cumhurbaşkanı’na bağlandı.

Cumhurbaşkanı bu rahatlamayla olsa gerek hiç alışık olmadığımız şekilde, Bayram sonrası gitti Marmaris’te bir hafta tatil yaptı. Tatil haberi basına düştüğünde üzerinden bir hafta geçmişti, tarihler 15 Temmuz’u gösteriyordu. Aynı gün akşam saatlerinde başlayan ‘darbe’ girişimi birkaç saatte bastırıldı.

***

Hükümet olağanüstü toplandı. Acil önlemlerden sonra daha kurumsal kararlar alındı. İlk iş OHAL kararı ve ardından gelen 667 sayılı hükümet kararnamesi oldu. Kararname yer yer 12 Eylül’e rahmet okutacak hükümlerle uygulamaya sokuldu.

Darbeyle ilintili ya da darbeyi yaptığı belirtilen FETÖ/PDY örgütlenmesinin tüm unsurları yanı sıra iş adamları, holding sahipleri gözaltında soruşturmaya alındı.

Aynı iddia ile pek çok özel üniversitenin kapısına kilit vuruldu. Malvarlığı yüz milyarları bulan bu kurumlar devlete geçti, öğrenciler de devlet okulu öğrencisi oldu.

İddiaların muhatabı sayılan gazete, dergi, televizyon, internet haber sitesi, radyo ve başkaca tüm medya-iletişim araçları kapatıldı. Fırsattan istifade, bağımsız muhalif yayınlar da devreden çıkarıldı.

Sıra yazarlar, şairler, gazete yöneticileri ve habercilere geldi. Haklarında önce gözaltı, sonra tutuklama kararları verildi. Silivri bir kez daha gündemdeki yerini aldı.

Yargıya sıçrayan gözaltı ve tutuklama furyası nihayet en önemli kuruma geldi. Devleti yöneten istisnasız herkesin üzerinde bir denetim misyonu olan Anayasa Mahkemesi üyelerinden bazıları ve mahkeme kadroları açığa alındı.
Bunları henüz hazmetme fırsatı bulamadan daha yapısal kararlar alındı. YAŞ Kararları fırsat oldu. Darbeye katılanlarla birlikte hatırı sayılır komuta kademesi üyesi FETÖ/PDY üyesi-darbeci olarak tasfiye edildi. ‘Kurunun yanında yaşın da yandığı’ iddiaları arasında YAŞ kararları hızla uygulandı. Erdoğan fiilen orduda tek karar verici durumuna geldi.

Ardından Askeri kurumların doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması gündeme girdi. Bir kısmı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanan ordunun, Genel Kurmay Başkanlığı düzeyinde, Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı’na bağlanması konusu hükümet üyeleri tarafından yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

***

Batı bütün bu gelişmelere uzak durdu. Darbe girişimine göstermesi beklenen olağan refleksi göstermedi. Birkaç cılız kınama dışında demece rastlanmadı. Aksine Erdoğan ve iktidar eleştirisi şaşırtıcı biçimde yükseldi. Demokrasi vurgusu ve OHAL kararı ile birlikte uygulamalara dönük eleştirel yorumlar ön plana çıktı.

***

Her şey bir anda olup bitti. Kimse ne olduğunu hala anlayabilmiş değil. Ama bu arada çoktandır çerçevesi hazır olan Başkanlık için hatırı sayılır bir mesafe kat edildi. Hem de artık neredeyse bir daha geri dönülmemecesine!

* ‘Darbe kalkışması’ terimi bana tuhaf geliyor. Ben hala o gece ilk duyduğumda hissettiğim gibi düşünme eğilimindeyim. Başbakan mikrofonlara çıkıp ‘kalkışma’ dediğinde, bunun önsel olarak belirlenmiş standart bir ifade olup olmadığından emin olamadım. Hala değilim. 50 yıla yakın darbelerle yoğrulmuş bir ülkenin artık gerçekten de kendine has bir darbe literatürü var. Böyle bir durumda reflekslerinizin böyle bir dili kullanmasını bekliyorsunuz. ‘Kalkışma’ ifadesi tuhaf bir vurguydu. ‘Darbe’ yerine daha yerleşik bir tanımlama kullanmak istiyorsanız, ‘girişim’ dersiniz. Nitekim ilerleyen saatlerde bu dile geri dönüldü, adı ‘darbe girişimi’ oldu.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorumlar

Ali   -  Bağlantı 3 Ağustos 2016, 15:32

yazılarınız çok etkili ve yerinde buldum…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı