REKLAMI GEÇ

YALNIZ ÖLÜM RAPSODİSİ

6 Kasım 2012 Salı

Bu günlerde ‘Büyükşehir’ tartışmalarına devam etmek anlamsız.
Geçen hafta notladığımız “henüz on yıl önce bu kentte insan yaşamının günlük örgüsü başka bir mecrada akıyordu” vurgusunu sürdürmek zor geliyor doğrusu.
Oysa açlık grevleri*ne açılacak bir parantez hem kendi duyarlıklarımızı, hem de toplumsal tepkilerimizin boyutunu nitelemek açısından hiç de gereksiz olmayacaktır kanımca.
I
“Ölüme Rapsodi”** dediğimiz şey açlık grevlerinin kendisi aslında. Kişinin kendisini, çok belirgin istemler doğrultusunda kamusal değişim amacıyla kısmen feda etmek için aç bırakması. İradesini bu anlamda “özgür deyişte çalgısal bir parça” gibi düzenleyerek sese, söze, tepkiye, mücadeleye dönüştürmesi.
Güncel olarak, açlık grevlerinin Türkiye toplumunda yol açtığı travma şimdiki eylemlerle sınırlı değil. Çoğumuzun belleği, üzerinden henüz 15 yıl bile geçmeyen son travmatik açlık grevlerini ve sonuçlarını hatırlıyordur. Çanakkale’den Diyarbakır’a uzanan tüm bir cezaevleri coğrafyası, kamu vicdanında açtığı o eski yarayı henüz tedavi edebilmiş değil.
Dönemin DSP_MHP_ANAP koalisyon iktidarına Adalet Bakanlığı yapan Hikmet Sami Türk’ün bu günlerde medyaya yaptığı ‘pişmanlık’ açıklamaları dikkatle izlenmeli.
Mevcut iktidarın ve güncel olarak yaşanan açlık grevlerinin seyrine dair Başbakan ve çeşitli hükümet temsilcilerinin bu gün yaşanması olası ölümlere çanak tutan fütursuz demeç ve beyanatları kimilerinin hoşuna gitse de, gelecekte yapılacak aynı pişmanlık açıklamalarının ölümlere engel olmayacağını bilmeli.
II
Türkiye toplumunda açlık grevi ve/veya ölüm oruçları çok yaygın bir direniş yöntemi olmasa da, çeşitli baskı dönemlerinde muhalif kesimlerin başvurduğu, özellikle hapishanelerde haksız yere tutulanların tercih ettiği bir yöntem.
İkinci Dünya Savaşı’nın Hitler yanlısı hükümet, askeriye ve yargı kanadına yakın askeri mahkemelerin verdiği hüküm ya da tutuklamalara karşı ilk açlık grevi direnişleri ortaya çıkıyor. Nazım Hikmet, o ilk direnişçilerden biri. Yaklaşık 15 yıl boyunca hukuki temeli zayıf gerekçelerle yaşadığı mahpusluk hayatına böyle direniyor.
Sonrasında irili ufaklı yüzlerce açlık grevine tanık olundu. Çoğu öne sürdüğü talepler konusunda hem haklıydı, hem de bu haklılığını tescilleyen başarılarla eylemi sonlandırdılar.
1980 askeri darbesi sonrasında yaşanan açlık grevleri ise sanırım Türkiye toplumunun geleneksel yazgısına ayna tutan en önemli açlık grevleri sürecine tanıklık etti. Çoğu bilinmeyen, sayısız ölümle sonuçlanan eylemlerdi bunlar. Şimdilerde esamesi dahi okunmayan, unutturulmuş eylemler. Faili gibi, mağduru da kaybolmuş yitik bir Türkiye klasiği.
III
Yeni bir açlık grevleri dalgasının kritik eşiğindeyiz. Kimisi, eski İngiliz yöntemleriyle ‘zorla besleme’ yanlışı, kimisi, ‘bırakın ölsünler’ cehaleti, kimisi de tuhaf bir hümanizm anlayışıyla ‘insan kendine zarar vermemeli’ anlayışıyla taleplerden de, grevden de vazgeçilmesi yanlısı.
Oysa ileri sürülen kamusal en önemli iki talep; ana dilde eğitim ve ana dilde savunma yapma talepleri kanımca mevcut hükümetin yıllardır ayak sürüyerek kabul ettiği doğrular. Kürt dilinde yayın yapan medya araçlarından tutun da, ilgili konuda yasal düzenleme yapmaya kadar giden bir dizi girişimi hükümet övünerek başlattığını söylemiyor mu?
Oysa daha dün Başbakan Yardımcısı Arınç Hükümet adına yaptığı açıklamada, “bu talepler makul talepler, yerine getirilebilir” diyerek, yıllardır uygulanmayan ve süreci bu günlere taşıyan umarsız tutumlarını tescil ediyordu.
IV
Türkiye’nin ne ilk ne de sonuncusu olacak bu açlık grevleri. Hele ki, hükümet sözcüleri Başbakan’ın şahinleşen sertleşme tutumuna karşın bunca yumuşak bir görüntü sergiliyorken, hepten umutvar duygular zihinlerde yer bulmaya çalışacak. Sonuçta bunca umudun karşılığı da pratikte gözlenip izlenecek.
Peki, ya vaatler, ‘yapılabilir, edilebilir, tutulabilir’ retoriklerinin ötesine taşmazsa ne olur? İşte onu düşünmek bile yoruyor insanı. Yine aynı hamaset bu kez işe yaramayacak, çok daha kötü gidişatların kapısı böylece aralanmış olacak. Yani yetkililerin ağzından çıkanın kurbanı olması işten bile olmayacak.
Umarız yanılırız!

* 1991 tarihli Malta Bildirgesi’nde açlık grevi, “zihinsel ehliyeti olan ve kendi özgür iradesiyle açlık grevine karar veren bireyin belirli/belirsiz bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddetmesi” şeklinde tanımlanıyor.
** Rapsodi: Halk ezgileri gibi yalın ezgiler üzerine kurulmuş özgür deyişte çalgısal parça. (Evin İlyasoğlu)

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı