REKLAMI GEÇ

TOPLUMU ‘RESET’LEMEK!

15 Şubat 2017 Çarşamba

“Feodal sistemi insancıllaştırma yönündeki her girişim feodalizmi
Kapitalizmin de ötesinde faşizme sürükler” (Strugatsky Kardeşler)

Faşizm kavramını bundan sonra çok tartışacağa benziyoruz. Tartışmakla kalmayacak, kimimiz nemalanırken kimimiz cezasına maruz kalacağız. O nedenle kavramın muhtelif toplumsal tezahürü ve uygulama biçimleri üzerine fırsat varken kafa yormak, sorgulamak gerek. Yoksa ‘Üsküdar’ı aşıp Beykoz’a doğru yollanan atlının’ ardından daha çok bakakalırız.

Çoğu sembolü ‘Osmanlı’ etiketiyle pazara çıkarmanın revaçta olduğu zamanlardayız. Hani yüz yıl önce yangın yerine dönmüş Anadolu topraklarında savaşın ve batı rüzgarlarının esintisiyle dağılmış, külleri savrulmuş, kısaca yer ile yeksan olmuş, üzerine başka bir devletin, Cumhuriyetin inşa edildiği Osmanlı!

Son günlerde ‘torun’ sıfatıyla ortaya çıkıp, konjonktürün sağladığı multi olanakları değerlendirmek için Galatasaray adasına göz koyan ama ne Osmanlı ile ne de o sistemin ne idüğü ile ilgili az buçuk kafa yorduğu şüpheli ‘kasaba güzelinden hallice’ hanımefendi gibilerinin seceresini dayandırdığı Osmanlı!

***
Bu ülke için netameli geçen 1980’ler boyunca elimiz de, kafamız da, dilimiz de boş durmazdı. Bir yandan gündelik yaşam meşakkatini aşmaya çalışır, diğer yandan okurduk, düşünürdük, tartışırdık, bol bol kafa yorardık pek çok şeye.

En çok Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki ilişkiyi, bu ilişkinin tanımını, tarifini yapmaya çalışırdık. Türkiye geleneksel aydın tipolojisinin ‘köşeli’ modellerinden Murat Belge ve benzer örneklerin öne sürdüğü ‘Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki süreklilik’ ilişkisini başka bağlamlarda yadsıyarak Cumhuriyetin “toplumsal kopuş” olduğunu öne sürerdik. Bu ‘kopuş’ imgesini Sungur Savran’ın “sıçrama-zorunluluk” kavramlaştırmasından ödünç alıp açıklardık. Bu düşünme biçimi sonraları neredeyse kişisel retoriğimize dönüştü. Haksız mıydık, sanmıyorum.

***
Geçenlerde eski bir dostumla, İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim üyelerinden Zafer Fehmi Yörük’le yapılmış bir söyleşiyi okudum. Zekasından kuşkum yok. Olağanüstü işlek zekasıyla verdiği nüktedan yanıtlarının özeti, bu gün yaşanmakta olan süreçte yapılmak istenenin ‘Sisteme format atmak’ olduğuydu. Zafer, Gazete Duvar internet sitesine verdiği röportajda, Türkiyeli okurun ilk olarak “No Logo” adlı yapıtıyla tanıdığı Kanadalı ünlü aktivisit-düşünür Naomi Klein’in “Şok Doktrini” adını verdiği, toplumu önce ideolojik düzlemde hafızasızlaştırma, ardından yeni bir ideolojik yapı inşa etme süreciyle biçimlendirme eylemine gönderme yapıyordu. Bu yaklaşımdan yola çıkarak 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarından sonra sahnelenmeye başlanan siyasal gelişmelerin her geçen gün dozunu arttırdığını, artık “içine girdiğimiz yıl”ın, “şiddetli şoklarla sarsılmış topluma ‘format atma’ hamlesinin başlangıcına sahne” olacağını öngörüyordu.

Sevgili Zafer’e katılmamak mümkün değil. Belli ki, İngiltere’de okuduğu yıllarda lisans ve doktora derslerine devam ettiği Latin Amerikalı devrimci ve siyaset bilimcilerin ikonası Ernesto Laclau’dan esinlenen siyaset diline oldukça hakim. Yeni Anayasa tartışmalarının, başkanlık sisteminin ve referandum yolunun iyice açıldığı bir zamanda yapılmış bu söyleşinin zihin açıcı olduğunu düşünüyorum. Yapılmak istenenin nasıl etiketlenmesi gerektiği konusunda fikir verici olduğunu…

Ne ki öngörüsünde, söyleşide dile geldiği biçimiyle ‘toplumcu bir iyimserlik’ havası var sanki. Sanki o eski yıllarda okuyup konuşup tartıştığımız şeylerin, olgun yaşlara doğru edinilmiş birikimle yumuşaması var. Belki de alan genişleyip düşünme kapasitesi o alana uygun bir genleşme yaşadıkça daha üstten bakma zorunluğunun yarattığı entelektüelizmin baskısı.

***
Osmanlı ve Cumhuriyet ilişkisine ben hala bir kopma imgesi çerçevesinde bakıyorum. Belki Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren aksayıp duran temel sorunlarından birisi bu! Şimdilerde etkin ve egemen olanların, felsefeyi geçtim, toplumsal ve ideolojik ahlak normlarını hiçe sayarak çok hızlı bir başkalaşma dinamiği yakalamış olmalarının sırrı da burada olabilir.
O nedenle Osmanlıcılık olarak sunulan özlemlere doğru değişme tutkusu için ‘format atmak’ yaklaşımı pek yeterli gelmiyor bana. Format atmak eğer sıfırlamaksa, sıfır noktasından nereye savrulacak toplum? Hedefi net biçimde algılayamıyoruz ya da göremiyoruz gibi görünüyor. Belirsizlik travmasından çıkma çabası sadece literatürün tanımlayıcı diliyle sınırlanıp kalıyor mu yoksa?

***

Yeni bir toplum inşa etmek çok sancılı, acılı, kayıplarla, savaşlarla, yakıp yıkmalarla kurulabilir. Oysa eski topluma geri dönüş bu saydıklarımıza rahmet okutacak kadar acımasız ve tarifi imkansız bir yok oluşa giden yol demektir.
Keşke iş sadece Galatasaray adasını verip kurtulmak kadar basit olsaydı. İş tipik faşizmin evrensel kurallarının işleyişine doğru evrim gösteriyor. Korkutucu olan bu. Korkutucu olan, o faşizmi uzun vadeli bir sistem haline dönüştürmek için eski topluma dair ne varsa canlandırma, onu bir başka geçişe basamak yapma eyleminin önlenemez yükselişini çaresiz gözlerle seyre durmuş olmamız!

***
Olan bitene “format atmak” diyebilir miyiz bilmiyorum.
Ama toplum ve sistem ilk haline döndürülmek isteniyor.
Buna da ‘resetlemek’ diyesim geliyor.

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı