
“YENİ TÜRKİYE”
4 Kasım 2014 Salı
Siyaset arenasının iktidar simaları tarafından son dönemde sunulan “Yeni Türkiye” kavramı her yerde ve sıkça kullanılmaya başlandı.
Kavramın içerdiği veya içermesi muhtemel anlamlara bakmadan önce bir belirleme yapmakta yarar var. Son 30 küsur yılın Türkiye’si, gerçekten çok çalkantılı bir süreç yaşadı. 12 Eylül askeri darbesi sonrası başlayan bu dönem, ülkedeki toplumsal başkalaşmanın başka hiçbir tarih aralığında olmadığı kadar karmaşık ve analizi zor bir süreç oldu.
***
30 yılın sonunda devletin Cumhuriyet söylemine yüklediği anlam değişti, iktisadi yapı geleneksel devletçi özelliklerini tümüyle terk etti, piyasayı neo-liberal politikalara teslim etti, siyaset yapmanın üslup ve yöntemleri değişti, asgari toplumsal denge kaygıları değişti, muhalif olmanın karakteri değişti, muhalefet etmenin niteliği değişti, yaşam tarzları değişti, sokaktaki insan değişti, sokaklar, evler, şehirler değişti. Eğitimde müfredat, sofrada adab, kahvedeki muhabbet değişti.
***
İyi de, bir değişim mistifikasyonu için bunlar yeterli mi?
80-90’larda Türkiye’de en çok kullanılan sözcük ‘değişim’di. Özal döneminde transformasyon demeyi pek severdi bürokrat takımı. Sonraları statüko ile paradoksal bir yer değişimi yaşadı. Çiller döneminin en çok rağbet gören kavramı bu olsa gerek. Çiller’in yarattığı büyü, Susurluk’ta son buldu. Hem de birkaç saniye içinde tüm kirli çamaşırlar ortaya saçılıverdi.
O günden sonra statüko diyene pek rastlamadık.
2000’lerde değişim, transformasyon gibi moda sözcükler ömrünü iyice tamamladı. Yerini daha ulvi, kavram muhtevası daha geniş ve imgesel yaratım gücü daha yüksek bir deyime bıraktı: Devrim!
***
Şimdi ise devrim iddiasına koşut bir başka kavramla politik geleceğe şekil verme çalışmalarına başlandı: Yeni Türkiye! İlk bakışta zararsız, hatta giderek baştan çıkarıcı bir cazibesi var kavramın. Öyle ya, Ceberrut Osmanlı devlet geleneğinden ilk kurtuluş Cumhuriyet’le olmuştu. Sonraları Cumhuriyet’e yüklenen anlamlar statükonun kurbanı oldukça aynı politik misyonun modern fasılalarına benzer tanımlamalarla karşılaştı. Çoğunlukla doğruydu bunlar. Henüz 2. Dünya Savaşı dönemi iç politikalarından başlayarak 40 yıl boyunca giderek yükselen bir gericilik misyonu!
***
Uzatmayalım. Önce eski devletçilerimize birkaç söz;
Şimdi eski devlet geleneğinden kopuş emareleri ortaya çıktıkça telaşlanmakta haksız sayılmazlar. Darbeler silsilesi ile devam eden o Cumhuriyet’in bağrına son bıçak darbesini 12 Eylül darbecileri indirdi. 1990’lı yıllar bu darbenin tamamlanma süreci oldu. 2000’ler ise semeresini toplama dönemi. O nedenle haksız sayılmazlar. Söyledikleri, yazıp çizdikleri, yani itirazlarında haklı olup olmadıkları ise tartışılır. Eski devlete sarılarak yeni bir iktidar peşinde koşmanın imkansızlığını çoktan anlamaları gerekirdi. Oysa bu gidişle uzunca bir dönem daha anlayacakları kuşkulu görünüyor.
***
‘Yeni Türkiye’ meselesine gelelim.
Dedik ya, semere toplama yılları bu yıllar. Her fırsatta çıkıp ‘devrim yaptık’ beyanatları vermelerinin altında yatan gerçek bu. Nasılsa hiç kimse devrim nedir diye sormayacak. Neyin devrimi, neyin köklü değişimi olduğunun muhasebesine girişmeyecek. Oysa öyle mi?
Yeni Türkiye imgesi, genel bir kavram olarak yenilenmenin, başkalaşmanın, başka bir düzlemde yepyeni politikalar, iktisat sistemi ve toplumsal yaşantıyı inşa etmiş olmanın araçsal tanımı olabilir.
Oysa AKP politikaları böyle bir yenilenmeyi bırakın, kendi değirmenine su taşımayan hiçbir farklılaşmaya katlanamayacak denli tahammülsüz bir dönemin temsilcisi olageldi. Hala aynı minvalde süren bir yönetme anlayışıyla varlığını sürdürüyor.
***
Kürt meselesine ilişkin yaşanan tartışmalı on yıl boyunca neyin başarıldığına dair geri dönüp bir açıklama getirebilmesi mümkün mü? Anadilde eğitim örneğin? Ya da ‘Barış’ süreci adı altında sürdürülen seçim dönemlerine oy devşirme görüşmeleri? Öcalan’ın sürece dahil edilmesini örnek göstermeyi pek seviyor AKP kurmayları. Oysa bu dahil olmanın asıl mimarının AB hukuk normları olduğu gözardı ediliyor.
Toplumsal yaşamın asıl gücünü aldığı iş yaşamına dönüp bakalım. Nasıl bir tablo olduğunu açıklamaya gerek var mı? Henüz geçtiğimiz hafta sadece iş kazalarında ölenlerin ortalaması 30 civarında. Kazalarla, cinayetlerle, ihmallerle yaşanan can kayıplarını saymıyoruz bile.
***
Dönüp Uluslararası ilişkilere bakmaya içiniz elvermez. En yakındaki Suriye’den başlayan olumsuzluklar zinciri Kuzey Avrupa’ya kadar uzanan düşmanlıklar yaratmış durumda.
***
Yasal düzenlemelerdeki faciaların üstüne her gün bir yenisi ekleniyor. Rant ve çıkar ilişkileri 90 yıllın tarihin hangi döneminde bu kadar pervasız, açıktan ve göz önünde olmuştu? Asıl ‘paralel’in kim olduğunu görmek için bu pencereden bakmak yeterince fikir verici olacaktır kanımca.
***
Sonuç olarak, ‘Yeni Türkiye’ imgesinin arkasını doldurması gereken imkan, olanak ve hedefler, hiçbir biçimde yenilenme olgusuna eşlik edecek niteliğe haiz değil. Ceberrut devletin modern timsaline doğru gidişin adını koymak istediğinizde ise bu asla ‘Yeni Türkiye’ kavramıyla karşılanamaz. ‘Devrim’ ise böyle bir devlet, hükümet ve yönetim yapısının ortadan kaldırılması esasına dayanan bir değişimin ifadesidir.
Son not: Ucuz kullanılmış kavram ucuzlamaz, ama kullananı kesinlikle ucuzlatır.