REKLAMI GEÇ

YİNE TAKSİM, YİNE DİRENİŞ, YİNE HAZİRAN

7 Haziran 2013 Cuma

Hiçbir şeyden çekmedi Haziran’dan çektiği kadar. Ve onun için hiçbir şey baş belası olmadı Taksim Meydanı kadar.
Daha Meşrutiyet’ten başlayarak devleti yönetenlerin başına her çorap Taksim’de başına örüldü.
3 Haziran ‘63 için yazdığı şiire “Haziran’da Ölmek Zor” başlığını koydu Hasan Hüseyin. Sonra o şiir bir marş gibi dillere pelesenk oldu. Taksim’de coşkulu kalabalıklara söylendi.
15-16 Haziran bir onlara kabustu. Yüzbinlerce işçi devlet tarihinin en büyük işçi eylemini sahneye koydu Taksim’de. Sendikal haklarını ortadan kaldıran yasal düzenlemeye karşı meydana çıktılar. 5 ölü ve sayısız yaralı bilançosu ile ilk ‘Kara Pazar’ı yaşadılar.
1 Mayıs Taksim’di! 34 ölüsüyle Taksim hala Mayıs’tır.
1980 Çorum’unda yaşanan dram yine bir Haziran ayı boyunca barikatlarla, çatışmalarla ve ölümlerle devam etti.
***
Şimdi yine Haziran, yine Direniş ve Yine Taksim!
Ne çektin be şu Haziran’dan devlet!
***
Yazmak zor geliyor böyle günlerde.
Her yer Direniş, her yer Taksim haline gelmişken kimin eli kaleme gider ki?
Ama yazmak gerekiyor. Bu günleri not etmek, bu günleri hazırlayanların tarihsel sorumsuzluğuna not düşürmek gerekiyor. Onların mesnetsizce atıp tutmalarına projektör tutup aydınlatarak her yere ve her kese, her kesime servis etmek gerekiyor.
***
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç basın toplantısında döktürüyor: “Bazı merkezlerden olayların yönlendirildiğini biliyoruz. Asparagas haberler yayınlandığını biliyoruz. Aslında ne kadar demokrat olduğumuzu gösteren imkanlar var bunların hepsini kapatmak mümkün. Erişimini engellemek mümkün. Tweetlere girin, ABD’deki merkezden server kullanarak talimat yağdıranlara bakın onlar asıl failleridir. Şu kadar kişi öldü, filan hastanede şu kadar genç var. Gençler eziliyor. Bunlar içinde polisi hedef alanlar da var. Polisin katledilmesini isteyenler var. Polisin bilmem ne gazı kullandığını söyleyenler var. Aynen 27 Mayıs olaylarında önce üniversite öğrencileri öldürüldü gibi saçma sapan ahlaksız haberlerin internet dünyasında yayınlandığını biliyoruz” dedi.
4 Haziran tarihli demecinde söylüyor bunları. Abdal’a malum olur derler ya, acaba 27 Mayıs ona yeniden ‘malumun ilanı’mı oldu dersiniz? Mayıs’ın son günlerinde başlayıp Haziran’a evrilen bu Halk direnişi başka neyi hatırlatabilir? Sonra 15-16 Haziran’a şunun şurasında ne kaldı ki?
***
Erdoğan ve şürekasının sığındığı mazeretlerden biri de, toplumsal sorunların konuşarak, ifade ederek çözüleceği argümanı.
Gelin kısa bir hatırlatma yapalım.
2011 genel seçimlerinin hemen arifesinde, bu gün özgürlükten söz eden aynı Cumhurbaşkanı’ndan aldıkları 3 Mayıs tarihli “Kanun Hükmünde Kararname Yapma Yetkisi” ile her şeyi darmadağın ettiler.
Hatırladıklarım; 644, 648, 651 vb. kararnameler ile Türkiye’nin meslekler ordusu örgütlerini ve onların üst örgütü TMMOB’ni neredeyse devre dışı bırakan yasal düzenlemeler yaptılar.
Aynı kararnameye dayanarak, Anayasa Mahkemesi’nin reddettiği “Tam Gün Yasası”nı yeniden yürürlüğe soktular.
6 aylık kararname süresinin sona erdiği 3 Kasım gece yarısı tüm devlet hastanelerinin yönetimini hekimlerden alıp, özel şirket yöneticisi gibi CEO’lara devrettiler. Sağlık Bakanlığına bağlı olağanüstü bir ‘Devlet Özel Hastaneler Şirketi’ yarattılar. Sağlığı her koşulda “paran kadar sağlık” prensibine indirgediler.
Tüm bunlar olurken durmadan itiraz eden yüzbinlerce meslek sahibi ve örgütünü dinlemek söyle dursun, muhatap bile almadılar
Anladıkları “zor” faktörü direnişlerle devreye girmemiş olsaydı, bu gün ‘demokrasi’ peşreviyle sundukları o sahte erdemi dahi gösterebilirler miydi acaba?
***
Geçelim. Gezi direnişinin ardından demokrasi söylemine sarılıp ifade özgürlüğünden söz etmeye başlayan yönetici elitler, topyekün ve koro halinde halkın sesini dinlemekten dem vurmaya başladılar.
Devletin en tepesinden başlayarak önce Cumhurbaşkanı, sonra Başbakan vekili, ardından İçişleri Bakanı ve diğer zevat sıraya girip kulağa hoş gelen demeçleriyle yüreklere su serpmeye çalıştılar. Arada çıkan çatlak sesleri “Aman, sırası değil” diyerek susturdular.
Ama Erdoğan onların bu numaralarını da yutmadı, Tunus’tan aynı nakaratı patlatıverdi: “Topçu Kışlası’nı yapacağız, AKM’yi yıkacağız!.” Var mı yan bakan?
***
Aslına yan bakan var ve bunu en iyi bilenlerden birisi de Erdoğan. Onun “dış mihraklar”, “harici güçler”, “terörist örgütler” yaftalamasının tek sebebi de bu. Çok iyi biliyor ki, bir halk hareketi için gereken tek şey bir kıvılcımdır ve bu kıvılcımı yakanın kendisi olduğunun farkında.
***
Hadi biraz sosyolojik analiz yöntemine bulaşalım. Kendi ideolojisini merkezi devlet düzeyinde inşa etme ve pratik bir yaşam tarzına dönüştürme süreci ters tepmiştir. Tarih tanıktır ki, modern dünyada böyle bir yönetme tasarımı ideolojik biçimlenmelerin dar kalıplarına sıkıştırılamaz. Bu dersi en önce alanlardan biri sosyalizmin kendisi olmuştur ve en haklı, en meşru talepler bile böyle bir yönteme kurban edildiği için başarısızlık faturasını evrensel düzeyde ödemek zorunda kalmıştır.
Toplumsal refleks dedikleri bu günkü direniş işte böyle bir zorlamaya kendi meşrebince ve kendiliğinden(spontane) bir karşı çıkış olarak gelişmiştir. Toplumun tüm kesimlerini; gençliğe ayrı bir vurgu yaparak sayalım; piramidin tepesinden başlayarak sanatçısını, aydınını, işadamını, siyaset arenası aktörlerini, işçisini, esnafını, sokaktaki işsizini, taraftarını, çocuğunu-yaşlısını, kendinden olanı-olmayanı aynı misyonda birleştirme başarısını göstermiştir.
***
Bakmayın siz “ben milyonları evinde zor tutuyorum” tehdidine. Kendisi bile bu söylediğine inanıyorsa aha bu kalemi kırmaya hazır pek çok kalem erbabı sizinle aynı düşünüyor, bundan emin olun.
***
15-16 Haziran’a ne kaldı şunun şurasında?
Az önce oradaydım, gördüm ki şimdi Taksim hepimize çok yakın. Çok yakın…

 

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı