REKLAMI GEÇ

NEREDE KALMIŞTIK?..

8 Ekim 2012 Pazartesi

Neredeyse üç ay oluyor. 09 Temmuz 2012 günü (BULAŞMAYALIM ŞU ARAPLARA) diye başlık atarak son köşe yazımı yazıp bırakmıştım. Bu bırakış bir ayrılış değil, yaz tatili ve kutsal Ramazan ayı ile gelen ve benzeri bazı olayların meşguliyeti yüzünden bir ara verişti. Mademki bu Ülkenin insanıyız, boş durmak bize yakışmıyor.

Evet, nerede kalmıştık? Yaz aylarının başlarındaki o son yazımda, başımıza Suriye gibi bir bela sarılmak istendiğini vurgulamaya çalışmıştım. Bir savaş uçağımızın Akdeniz’in derin sularına gömülmesi ve iki değerli pilotumuzun katledilişi, bu düşüncemin belli başlı kanıtlarından birisiydi. Suriye konusunda izlenen politikanın yanlışlığı ve anlaşılmaz gelişimi hepimizi şaşkına çevirmiştir. Bunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktur. O9 Temmuz tarihli son yazımın bir bölümünde: (Tarih iyi incelenirse, yalnız Suriye değil, Arap Baharı yaşamış veya kıyısından köşesinden geçmiş tüm Arap ülkeleriyle yakın tarih içerisinde yaşadıklarımız bir bilinebilse, hiç birisi ile yakın ilgi içerisinde olmak bizim işimiz olmamalıdır. Müslüman Suudî şeyhinin bedevîleri, Akabe körfezinde nöbet tutan Türk askerini, İngiliz ajanı Lawrens ile el ele verip arkadan vurmuşlar, tümünü katletmişlerdi) diyerek, Arap âlemi ile ilgili düşüncelerimi özetlemiştim. Ayni yazımda, (zamanın Hüsnü Mübarek Mısır’ı da bize karşı tavır almış, Gazze’ye yardım götüren konvoyumuza mekanize sapanlarla taşlatmıştı. O zaman da şu Arap’ın işine akıl erdirmek mümkün olmuyor.) derken yanlış mı söylemiştim bilemiyorum. O zaman da demiştim. ABD, Rusya ve Çin her ne kadar kendi politikalarını yürütüyor olsalar ve öyle görülseler de, bizim Suriye ile kapışmamız için durmadan politika üretmekte ve aramıza düşmanlık tohumları ekmektedirler. Her ne kadar ABD bizim müttefikimiz kabul edilse de, İran ile olumsuz ilişkileri yüzünden de bizi kullanma çabası içerisinde olduğu endişesini taşımaktayım. Son zamanlarda ABD elçilerinin biri gelip diğeri gidiyor da, bizim hayrımıza bir şeyler yaptıklarını söylemek çok zor. Devletler doğal olarak kendi çıkarının peşindeler. Bizim Suriye ile sıcak çatışma içine girmemizden kendileri için çıkar sağlamaya çalıştıklarından endişe ediyorum.

Son günlerde bazı televizyon kanallarında konu ile ilgili karşıt görüşler savrulup duruyor. Görüşe katılanların içinde, Beşar Esad’a karşı olan güçlerin sözcüleri de boy gösterip, Türkiye’nin silah yardımı yapması için açık açık isteklerde bulunmaktalar. Silah olmasa bile, parasal destek istemektedirler. Oysa henüz bir birlik olamamış ve bir lider etrafında toplanamamış bu isyancı görünümlü güçlerin, yarın bize ne zararlar verebileceğini tahmin etmek güç değildir. Biraz düzlüğe çıktığını söylediğimiz Türk ekonomisi, daha bugünden tehlike sinyalleri vermeye başladı bile. Gün geçmiyor ki, en hayatî tüketim mal ve hizmetlerine, zamlar gelmeye başladı bile. Bununla birlikte kaybedilebilecek siyasî itibar açısından da iyi düşünüp taşınmamız gerekiyor. Bize top atana çiçek atacak değiliz de, o topların bize doğrulmasını önlemek çok daha akılcı olacaktır diye düşünürüm. Bu oturumların birisinde, yılların dış politika uzmanı emekli büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ, açıkça Suriye’deki kapışmanın içine girmenin yanlış ve Beşar Esad karşıtı güçlerin başarı şanslarının çok zayıf olduğunu vurgulamaktadır. Her ne kadar O bir monşer olsa da, deneyim sahibi olduğunu kabul edip değerlendirmekte sayısız yararlar vardır.

Böyle düşündüğüm için şimdiden, “Esad’dan yana mısın veya Baas’çı mısın?..” diyenleri işitir gibiyim. Benim siyasî hedefim veya yönüm yok. Ben sadece Türkiye’den yana bir Türk Milliyetçisiyim. Tarih okumuş birisi olarak üç ay önceki düşüncelerimi tekrarlamak isterim. Aklımızı kullanıp bu ateşin içine girmemeliyiz. Suriye ile savaş bize bir şeyler kazandırsa bile, kaybettireceği çok şeyler olabilir. Aman dikkat! Bulaşmayalım şu Araplara…

Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı