REKLAMI GEÇ

SANAT, KÖLELİK VE BAŞKALDIRI!

31 Mart 2017 Cuma

Bazı kült resim ve heykeller vardır. Yerine başkasını koyamazsınız.
Bunları bir tür ikonolojik semboller olarak görmek mümkün.
Örneğin, Courbet’nin “Taş Kıranlar” tablosu,
Edward Munch’un “Çığlık”ı,
Delacroix’nın “Halka Önderlik Eden Hürriyet”i,
Picasso’nun “Guernica”sı,
Renoir’ın “Odalık”ı,
Goya’nın “Üç Mayıs’ta Kurşuna Diziliş”si

Biraz geriye gidelim;
Da Vinci’nin “Monalisa”sı,
David Alfaro Siqueiros, Diego Rivera, ve José Clemente Orozco’nun fırçasıyla yaşayan Meksika duvar resimleri ve saymadığımız diğerleri…

Heykelleri sayalım;
Michelangelo’nun “Davud” ve “Musa” heykelleri,
Yine Michelangelo’nun “İsyancı Köle”si,
Rodin’in “Düşünen Adam”ı
“Knidos Afrodit’i” (Knidos Venüs’ü olarak da adlandırılır),
Bartholdi’nin Amerikan “Özgürlük Anıtı”,
Landowski’nin “Kurtarıcı İsa” heykeli…

Ve adı bilinmeyen antik dönem sanatçılarının eserleri;
“Myron’lu Discobulos”,
“Zafer Tanrıçası Nike”,
“Capitoline Kurdu”…
Saymadıklarımız var daha! Saydıklarımızı da az buçuk sanat okuyan, ilgilenen pek çoğumuz zaten biliriz.

Neden ikonografi değil de ikonoloji?
20. yüzyılın en önemli sanat kuramcılarından Erwin Panofsky, “İkonografi” kavramının yerine “İkonoloji”yi geçirir. Burada ayırıcı olan, ikografinin görsel sanat eserini betimleyici, sınıflayıcı ve kategorik olarak tanımlayıcı biçimciliğinin yerine; ikonolojinin aynı eserin tarihi ve sosyo-kültürel niteliklerini dönemsel özellikleri ve karşılaştırmalı yorumuyla bütünlük içinde bir kültürel okuma olarak gerçekleştirmesidir. Ona göre ikonoloji sanat eserinin derinliğine bakmaktır. Esere kendi dönemselliği tarafından yansıtmacı bir özle anlam yüklenmesidir.

Saydığımız eserlerin her biri için toplumların tarihsel gelişme seyri içinde ortak bir tema saptamak gerekirse, ben buna “başkaldırı” diyebileceğimizi düşünüyorum.
İkonlaşarak anlatı ve anlamın sembolüne dönüşen başyapıtlar…
Düşündürücü, yer yer kaygı verici, acıyı da isyanı da aynı oranda anlamında içkin olarak barındıran fenomen eserler…
Düşünsenize;
Sanattan ürkmeyen, korkmayan tek bir iktidar sayabilir misiniz?
Yaratıcı güç salt zeka gerektirmez. Aynı zamanda doğal bir karşı eylemdir.

“Knidos Afrodit’i” pek estetik görünür gözümüze. Ya isyanı? Dünyanın ilk çıplak kadın heykeli olarak bilinmesinde bu isyanın rolü olmalı. Dönemin heykel sanatında kalıpları kıran, sanat algısına yeni boyut katan bir karşı duruş! Köleleşmiş sanat normlarının parçalanmasını sağlayan; güçlü, muktedir, sahip erkek egemen modellerindeki geleneksel figürün hakimiyetini kadın imgesiyle değiştirip, onun görsel ve duyumsal estetiğini antik çağ sanatında boyutlandıran bir ikona!

Michelangelo’nun nispeten gençlik dönemi eserleri olan “Davud” ve “Musa” kendi tarihsellikleri bağlamında köleliğe başkaldırı mitolojisinin birer kült kahramanlarıydı. “İsyancı Köle” daha sonra yapıldığına göre öncekilerin, “İsyan” ve Kölelik” imgelerini içkin olarak sonrakine yansıttığını söylemek abartı sayılmamalı. Sanatçı Musa ve Davud’la bu içeriği yeterince biriktirmiş, mitolojinin bu iki figürünün dinsel ikonografisinin sınırlarını “İsyancı Köle” ile parçalayarak başka varoluş alanlarının da imlenebileceği bir sosyal-toplumsal nitelemeye ulaşmıştı.
Bu yaklaşımın, aydınlanma dönemi sanat eserlerinde daha açık ve politik birer ikonoklasik anlam yüklemeye dönüştüğü söylenebilir. Goya’nın Fransız işgalin resmettiği “Üç Mayısta Kurşuna Dizilme”si veya engizisyonun hışmına uğrayan nü’leri geç dönem sanat tarihinin klasikleşmiş başkaldırı örnekleridir. Öyle ki, Nü’lerin aforizmatik niteliği ironik biçimde kilise tarafından aforoz edilmesi ne sebep olmuştur.
 Keza Picasso’nun “Guernica”sı için de aynı şey geçerli. Tarihi olayların, atlı şövalyeler döneminden beri ezilip çiğnenmiş İspanyol toprağı ve insanını nasıl bir kader süzgecinden geçirdiğinin başkaca anlatımı hala keşfedilmedi! Tablonun ezici devasa boyutları biz izleyenleri böcekleştirirken, iç sesimizin fonundan gelen dayanılmaz acıları duyumsatan ezgi, bundan olmalı.

Geçen yüzyılın isyan ve iktidar ilişkileri içinde ömür tüketmiş en popüler sanatçısını hatırlayalım, Salvador Dali! Politik bir kimlik olmaktan hiç kopmadı.
Yaşamına bir anarşist olarak başladı, Andre Breton’dan etkilenerek Troçkist oldu, sonra Frankocu bir faşiste dönüştü, en sonunda münzevi bir Katolik olarak öldü!

Dışavurumculuğun en güzel örneklerini boyadı, insanlığın itham edeceği en çirkin demeçleri verdi.
Çelişkilerinin, seksen küsur yıllık yaşamında bir ‘Dali formu’na dönüşmesini özenle kurguladı.
‘Ruhun özgürlük alanı’ böyle bir karmaşayla mı çizilmeli bilmiyorum. Ancak o bunu seçti.

Beraberinde kendi köleliğinin efendisi olmayı da!

Courbet’in “Taş Kırıcıları” bu fonda bambaşka bir evrene açılış sayılmalı. Sanatçı kendi görüşünü bakın nasıl açıklıyor: “Elli yaşındayım ve her zaman özgür yaşamak istedim. Hayatımı özgürlük içinde tamamlamama izin verin. Ölürken hakkımda ‘hiçbir okula, kiliseye, enstitüye, akademiye ait değildi. Özgürlük rejimi haricinde hiçbir rejime ait olmadı’ denmesine izin verin.”
Başka bir konuşmasında ise son yıllarının anarşizmini olgunluğun süzgecinden geçirerek evrensel bir gerçeklikle özetledi: “Devlete karşı bile özgür olmalıyım!”

Kölelik mi dediniz?

Sanat ne güne duruyor?

Yorumlar

Hüseyin Mercan   -  Bağlantı 31 Mart 2017, 12:56

Bu yazısından çok yararlandım. Sayın yaşar Tok’a teşekkür eder,devamını beklerim.

ömera   -  Bağlantı 31 Mart 2017, 10:04

Kaleminize sağlık

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı