REKLAMI GEÇ

SERGİ-ZEŞT DİVAN İÇİN GİRİŞ

14 Mayıs 2019 Salı

İlkbahar geç döndü bu yıl.
Biraz seçim havasından, biraz iklim bozulmasından!
Neyse ki seçim bitti, kış gitti, bahar tazelendi.

Böylece şehrin orta yerinde alışkın olduğumuz etkinlikler için zaman, mekan ve insan sorunu ortadan kalkmış oldu.

Bize de kaç zamandır özlediğimiz sanatlı buluşmalar için fırsat doğdu. Sergiler düzenli olarak açılmaya başladı, arka arkaya açıldıkça kendimizi bir tür “sanat divanı”nda bulduk. Adını da koyduk: Sergi-zeşt Divan.

Aslına bakarsanız, oturup uzun uzun son iki ay içinde art arda yapılan sergilerden söz eden yazılar yazmak istiyordum. Resim sergileri bir yana, fotoğraf sergileri şu yana…

Çok geri gitmeyelim. Sadece mayıs ayı içinde tanık olduğumuz sergiler bile ‘nev-i şahsına münhasır’ sayılabilecek sergilerdi.


Nisan sonunda açılan Büyük Menderes İnisiyatifi karma fotoğraf sergisi bir tür belgeleme sergisiydi. Nehir yolu üzerinde yaşanan ve yaşanmakta olan kirlilik, erozyon, bunların kaynakları ve sonuçlarını sergileyen bir etkinlikti.


Ardından neredeyse 15 yıldan bu yana devam eden EVE Atölyenin geleneksel yılsonu sergisi geldi. Arife Yılmaz Hoca ve Atölye müdavimleri, bu yıl da, önceki yılı aşan çalışmalarından örnekleri, yine çok kalabalık bir sanatsever grubuyla ziyarete açtı.


Aynı hafa içinde Merkezefendi Kültür Merkezinde DENFOT Fotoğraf Derneğinin “Yansımalar” sergisi açıldı. Sergi, açılış zamanı ve salonun kolay ulaşılabilir olmaması nedeniyle ilk gün az sayıda ilgilinin dikkatini çekmiş olsa da, nitelikten ödün vermeyen Velittin Kalınkara ve Bekir İnce’nin detaycı-entelektüel tutkusunun alışılmış örneğiydi.

Onları kendi kategorileri içinde dilim döndüğü, bilgim elverdiğince değerlendirmeyi şiddetle arzu ediyordum. Belki biraz sanata bulanmış sözcüklerden tümceler, biraz da ‘sanat-emek-çalışma’ ekseninde kişisel ‘ukalalık.’ Ama ne zaman bulabildim, ne de … zaman!


Hele son hafta açılan Boyut Atölye sergisinden gözlediğim performansları, arka planda neler hesap edilmiş, nasıl kurgulanmış kaleme almak istiyordum. Hem güncel, hem de zaman mefhumundan bağımsız ama mutlaka acil konulardaki ucu açık (buna müsait de diyebilirsiniz) kaygıları sergilenen eserlerde nasıl okuduğumu, nasıl yorumladığımı dile getirmek keyifli olacaktı.
Dedim ya, bu günlerde başımız zaman mefhumuyla bir hayli dertte!


Zaten doğru dürüst okumaya fırsat bulamıyorken bir de yazmak dediniz mi, tüy dikiliyor gündelik hayatımızın olmayan rutin döngüsüne.

O nedenle “aslına bakarsanız” girişini boş verin. İşin “aslı” öyle olmayacak demek ki!

Yine de, Boyut Atölye sergisini bir de önümüze serip üzerine harfler serpiştirerek kelimelerle küçük küçük boyamak fena olmayacak gibi.


Boyut Atölye sergisi genel olarak tanık olduğumuz sergi konseptlerini aşan bir performans örneği sergiliyor. (Performans sözcüğünü sergileme edimi için kullandığımı belirtmek isterim)

Resim sanatının klasik çalışma temalarını kendinde toplayan boyutlu karakalem tablo çalışmaları, alışılmamış ebatları ve dikkate değer netliğiyle izleyiciyi önüne mıhlayan örnekler. Bunu tamamlayan, empresyonizmin klasiklerine selam verip geçen, başka anlam ve değerlere doğru hareketlenmiş portreler en az birincileri kadar ilgi çekici.


İzlerken aklıma geldi; Atölye kurucusu Ressam Kemal Yenidede Picasso üzerine lisans çalışma tezi hazırlamıştı (Belki de yüksek lisans.) Sergideki siyah-beyaz çalışmaların ebatları bana, Picasso ve Guernica’sını hatırlattı.

Daha açık özetleyelim, Klasizmden yola çıkıp pop-Art’ın fırıldak dönemini aşmış, durulmuş fırça darbelerine sahip portreler. Biraz Freddy Mercury, biraz Michael Jackson… ve diğerleri!


Resim çalışmalarına en az 15 yıldan beri yakından tanık olduğum üç kişi var sergide. Her biri kendi çağını temsil eden yaş grupları aynı zamanda.

Orta yaşın en olgun dönemindeki Yılmaz Kahraman, on yıldan beri sürdürdüğü deneysel çalışmalarından süzülen soyutlamasıyla göz dolduruyor.

Kemal Yenidede uzun yıllar resimden kopan bilinci ve bileğini artık sadece resme hasrediyor. O da orta yaşın ortalarında, ortalamanın üstü resimlere imza atmaya devam ediyor.

Bir de genç kuşağın gelecek vadeden, çalışkan sanatçı namzedi Çağlar Tağcı var sırada. Son kişisel sergisi az övgü almamıştı. Devamı gelecek umudunu sürdürüyor.


Boyut Atölye sergisine gelince:

Yaklaşık 20 yıldan beri kentte yaşıyorum. Neredeyse tüm sergileri gezip görme fırsatım oluyor. Gerçekten sanat adına gösterilen uğraşı fark ettiğimde o sergiyi kaçırmamaya çalışıyorum.

Bu zaman zarfında Kent ve Sanat Dergisini bu sergileri açan pek çok sanatçıyla, fotoğrafçıyla, yazarı-çizeri, müzisyeni ve kültür insanıyla birlikte 10 yıl boyunca kotardık. Neredeyse tüm sergileri arşivledik o dönem. Şimdi de bunu Denizlihaber.com sayfalarında sürdürmeye çalışıyoruz.


Benim geçen tüm bu zaman boyunca izleyip gözlediğim şu oldu; çoğu sergi kentin sanat dinamiklerini kavrayamamış, rutin, sıradan, ‘birbirine baka baka kararmış’ örneklerdi. Bunlar hala sezonun yüzde 80’ini işgal eden, dolduran etkinlikler. Ne yazık ki bir arpa boyu yol alamayan çalışmalar! Kent kültürüne, sanatına etkisi de o ölçüde zayıf, etkisiz ve hissiz kalan çeşitlemeler. Yer yer ulaşılmış düzeyi geri çekmeye çalışan şeyler. Dahası, ortalama sanat anlayışı var mı ortada, o bile kuşkulu sergiler!


Hal böyleyken, iyi bir çalışma örneğine rastlamak heyecan yaratıyor. Olması gerekene bir adım daha yaklaşmış olma duygusuna yol açıyor. Resimlerdeki nesneler, modeller ve objeler dile gelip sırayla size hem kendini, hem resmi anlatmak gibi bir işi yükümleniyor. Temsil ettiği görüntünün ötesine aşıp, kendi evrenindeki düşsel varoluşu betimlemenin imkanlarını veriyor. Siz artık resme “neyi anlatıyorsun” sorusunu sormak yerine, “sen bunu da anlatıyor olabilirsin” yorumunu sunuyorsunuz. Bu ayrımın çok önemli olduğunu belirtmeye gerek var mı?

Farklı olmanın kendi grameri vardır. Ya da şöyle diyelim, farklılık epistemolojik kopuşu zorunlu kılmaz. O nedenle alışılmış sanat (burada resim) yasalarını ihlal etmekten çekinmeyen örnekler çoğunlukla resmi gerçekten anlamamıza katkı verir. Rasyonalist zorlamalara verilecek her prim, sanatın dilini, anlamını, alanını kısıtlar. Oysa sanatçının ‘münasebetsizliği’, çoğunlukla sanat alanında bir devrimin kehaneti gibidir. Dostlarımız hatırlayacaklar, sıkça verdiğim 1916’ların Dadaistleri örneği, o devrimcilerdi. 1930’ların Bauhaus ekolü öyleydi. 20. yüzyıl kendi modernizminde en ciddi kültürel kırılmayı işte o ‘münasebetsiz devrimcilerin’ sayesinde gerçekleştirebildi.

Ortak yaşadığımız kenti kendi kültür potası içinde yeniden biçimlendirecek olan da işte o münasebetsiz devrimciliğin ta kendisi olacak.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı