REKLAMI GEÇ

Merkezefendi kitap günleri İZLENİMLER-I

6 Ekim 2019 Pazar

Merkezefendi Belediyesi tarafından düzenlenen Kitap Günleri başladı.

13 Ekim’e kadar devam edecek olan etkinlik, günlerdir duyurusu yapıldığı üzere 60 yazar ve onların kitaplarından oluşan külliyatı okurla buluşturacak.

Kimler yok ki etkinlikte boy göstermeye hazırlanan?

Edebiyatın usta kalemleri; kadın edebiyatı, polisiye, deneme, şiir…

Toplumsal gelişmeleri yakından takip eden yazarların güncel araştırmaları…

Sinema, TV ve tiyatronun popüler sanatçı, yönetmen, senaristleri…

Müzisyenler…

Mizahın tanınmış isimleri…

Ve daha başkaları…

ÖRNEK ETKİNLİK
Son yerel seçimlerde başkanlık koltuğuna oturan merkez ilçe belediye başkanları, henüz yenice yaptıkları işe alışmaya başlamış olmalılar.

Her ikisi de yeni seçilen başkanların, şimdiye kadar kendilerinden önce görevde olanların bıraktıkları ‘miras’ı elden geçirmekle meşgul olmaları doğaldı. Ama üzerinden 6 ay geçti. Artık bundan sonrası için mazeret yok. Atılacak her adım, yapılacak her hizmet ve gerçekleşecek her etkinlik, ilçe(ler) halkının ihtiyaçlarına karşılık düşen içeriğe sahip olmak zorunda.
Bunlar neler olabilir?

Merkezefendi Belediyesinin düzenlediği “Kitap Günleri” bu soruya kısmen yanıt olacak türden.
***
Kitap günlerinin ilk gün yapılan açılış seremonisine yetişemedik. Annesini kaybeden bir arkadaşımızın yanında olmak daha önemliydi.

İkinci günün programında söyleşiler ve imza programları devam ediyor. Hanefi Avcı, Erol Mütercimler, Kübra Tongar, Ataol Behramoğlu ve İhsan Eliaçık okurla söyleşi gerçekleştirecek.

YEREL Mİ? EVRENSEL Mİ?
İzlenimlerimize geçmeden önce, günlerdir Kitap günleri üzerinden devam eden bir tartışmanın görünür duruma etkisine değinelim.

Kendilerini “yerel yazar” olarak tanımlayan ve kentte ikamet eden yazarlardan gelen tepkiler vardı. Sanırım hala bu tepki sürüyor.

Bir parantez açalım ve konuyu dağıtıp uzatmadan görüşümüz açıklayıp parantezi kapatalım.

(“Yerel yazar” tanımlamasının ne derece doğru olduğu, sadece kendi bilinçaltının değil, karşısındakinin de algılarını nasıl biçimlendirdiği üzerine uzunca yazılabilir. Bu kadar değil. 1980’li yıllarda pek çok kültür insanı tarafından tartışılan “Cumhuriyet aydınının tercüme odası yoluyla devlete bağlanma” kültürü üzerine de yazılıp fikir yürütülebilir. Biraz daha ileri gidip, aydın kimliği ve yerellik imgesi üzerine ‘döktürülebilir.’ Evrensellik vurgusu böyle bir tartışmanın merkezini işgal edebilir. Entelektüelin topluma hizmet bireyi olmadığı, yaratıcı ve fikri öncülüğü konusu ciddi biçimde tartışılabilir. Entelektüel olmanın “yalnız olmak” (Edward Said) kabulü üzerinde uzlaşılabilir.
Biz uzatmadan şu kadarını belirtip geçelim:

Yazının keşfi, insan uygarlığını bu güne taşıyan en önemli eşiktir. Tarihin ve tarihçilerin temel vargısıdır bu. Tıpkı insan evriminde ateşin keşfinin rolü gibi… O halde yazmak edimi ‘yerel’ olanın tarifine, bu tarifi yapanların niyetine ve arzusuna sıkıştırılamayacak kadar kapsamlı, tarihsel ve evrenseldir.)

İZLENİMLER
Gazeteye söz verdik, hadi bundan sonraki satırlarda günü kurtaralım.

Kitap günleri olarak sunuldu ama neredeyse mini bir fuar hazırlanmış Merkezefendi Kongre ve Kültür Merkezinin arka tarafındaki devasa çadır içinde. Hatırı sayılır yayıncı ve kitapçı stantlarını açmış, kitaplarını sergilemiş.

Girişte, hemen sağ ve sol kenarlar yazarlara imza programları için ayrılmış. Sol taraftaki standın “Denizlili Yazarlar” olarak ‘alnından’ etiketlenmiş olduğu görülüyor.

Belli ki, sosyal medya yoluyla yapılan “yerel yazarlar” baskısının karşılığı, belediyenin liberal bir teslimiyet gösterisiyle sonuçlanmış. Doğru mu, kanımca hiç doğru değil. Bu türden boyun eğişler karşılık olarak sadece sizin ilkesizliğinizi ortaya koyar. Nasıl yola çıktıysanız öyle devam edin bari. Telafi edecekseniz, başka bir zamanda ve etkinlikte dört başı mamur bir düzenlemeyle yapın bunu. “Birileri itiraz etti, bari dostlar alışverişte görsün” anlayışından uzak durun. Sırıtıyor!

SERGİDEN KİTAP ALMAK
Ömrünün yaklaşık 30 yılını kitapçı olarak geçiren biri olarak gezdim fuarı, stantların kitap portföylerini incelemeye çalıştım, hatta bir de kitap aldım.

Amerikan müzmin muhalifi, MIT’in (Massachusetts Institute Of Technology) dünyaca ünlü dilbilim uzmanı öğretim üyesi ve medya kültürü üzerine çaplı kitaplarıyla tanınan Noam Chomsky’nin, Alternative Radio’nun kurucusu ve başkanı, ödüllü programlarıyla tanınan David Barsamian’a verdiği mülakatın kitaplaşmış hali, “Emperyal Arzular.” Başlık altı açıklaması ise “11 Eylül sonrası dünya üzerine yapılan konuşmalar.”

Aslında kitap o kadar yeni değil. Gerçi Cem Küçük tarafından yapılan çevirisi 2016 yılında basılmış ama mülakatın tarihi 2000’lerin başı. (Yanlış hatırlamıyorsam, Barsamian benzer bir mülakatı Edward Said’le de yapmış, kitap olarak yayınlamıştı. “Culture and Resistance-Kültür ve Direniş” adlı yapıtın Türkçesinin, farklı çevirilerle Said külliyatı içinde yayınlandığını hatırlatalım.)

İKİ YAZAR BİR BUÇUK SÖYLEŞİ
Günün gezisi başlamadan önceydi. Kültür Merkezi kapısından girer girmez, kendimi söyleşi salonunda bulmuştum. O saatin söyleşi konuğu, iktidar mağduru Hanefi Avcı’ydı. Hemen girişte, en üst sırada boş bir koltuğa tanıdıklardan biri davet etti, oturdum.

Önce gözlerim, sonra zihnim alıştı ortama. Bu salona ilk kez geliyordum, kolay bir salon olduğunu ilk kez görmekteydim.

Nereye oturursanız oturun, her yerden sahneyi görebiliyor, ses sistemi sayesinde duyma güçlüğü çekmiyordunuz.

Kulağımı Hanefi Avcı’ya verdim. Yarım saatlik bir zaman içinde ne kadar algılayabilirsem artık.

Önce Hanefi Avcı kimdir?
Aslında “Haliç’te Yaşayan Simonlar- Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabını yazana kadar kimse tanımıyordu. 2010 yılında yayınlanmasıyla hedef tahtasına oturdu. Burada eleştirdiği ‘cemaat’ henüz siyasal iktidarla bağlaşıklığının sona ermesine 3 yıl olan Fetullah Gülen cemaatiydi. Ama kendisinin verdiği özgeçmiş bilgilerine bakarsak, Emniyet mensubu olarak pek rahat durmamıştı. 2000 sonrası çeşitli soruşturma ve kovuşturmalardan geçmişti. Kitabı yazmasının nedenlerinden biri de bu olmalıydı. Çünkü bir yerde sarf ettiği “Hiçbir polis benim kadar değişik olay yaşamamıştır” ifadesi, kendisiyle ilgili iç çatışmanın ipuçlarını ele veriyor.

HANEFİ AVCI SÖYLEŞİSİ
Söyleşiye dönelim. Mesafeli ve kısmen önyargılı biçimde dinledim kendisini. Haksız mıyım, sanmıyorum. Türkiye’nin 12 Eylül döneminde, en karanlık yıllarında 1984 yılından itibaren Güneydoğu’da Diyarbakır İstihbarat Şubesinde 8 yıl görev yaptı. 1992-1996 arası İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevini yürüttü. Terfisi sonrası Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. Böyle bir sicile başka türlü bakmam ya da yakınlık duymam beklenmemeli.

Zaten konuşmasının satır araları dikkatle okunduğunda, hala muhafazakar kişiliğinin izleri ve iktidar-devlet tapınımına yakın duran zihniyetini sezmek zor olmuyor.

Örneğin:
2002’den sonra ülke yönetiminde yaşanan zorluklar konusunda: “2002’den sonra kendimizi hükümetin yerine koyalım…” dedi.

2002 öncesi izlenen politikaların sonraki döneme etkisi hakkında: “Geçmişin mirası olan başka politikalar, sonradan hükümeti güçsüz bıraktı…” dedi.

Bu tip saptamaları başka türlü yorumlamak zor.

Genel gidişata ilişkin biraz protesto ve eylem beklentisi yok değil toplumdan. Ama bu ifadeler onu bir dönem “derin devletin kara kutusu” olmaktan kurtarmıyor.

Ben kendisini, Soner Yalçın-Doğan Yurdakul tarafından zımnen temsil edilen ve 1980’lere doğru solcu-sosyalistleri sayfa sayfa ifşa eden Aydınlık gazetesi çizgisine epey yakın fikirlere sahip buldum.

EROL MÜTERCİMLER SÖYLEŞİSİ
Söyleşisini baştan sona takip edebildiğim diğer konuşmacı Erol Mütercimler oldu.

“Ben söyleşi yapmam. Yayıncım da bilir, 25 yıldır yapmıyorum. Dediler ki ‘kadın aday kazandı,’ geliyorum dedim.”

Bu giriş açıklaması başkana verdiği kıymet vurgusundan çok, konuşmanın başında ve sonunda sıkça duyacağımız “kadın ve Atatürk” hamasetinin işaretiymiş, anlamak için çok beklemedik.

Tüm konuşmasını daha baştan popüler cümlelerle parlatıp, ayrıntılarda Atatürk dönemi dramaturjisi ile kurguladı.

O sebeple sık sık alkış aldı. Yer yer sürekli ve şiddetli alkışlarla üstelik.

“Konuşmanın ana konusu Atatürk” diye söze başlayıp çerçeveyi çizdi.

Sonrasında, uzun yıllara dayanan okumalarımdaki Cumhuriyet ve Osmanlı ilişkilendirmesine dair bazı tezleri, aynı popülist yaklaşımla söyleyip geçiverdi. Örneğin, “Cumhuriyet Osmanlı, Osmanlı Selçuklu’nun devamıdır”, veya “Cumhuriyet Osmanlı yenileşmesinin devamıdır” gibi…

Materyalist felsefede “inkarın inkarı” veya “yadsımanın yadsınması” kavramı vardır. Bu kavram, toplumsal değişme süreçlerindeki yenilenme transferinin kopuş, sıçrama gibi keskin dönüşümlerini formüle eder. Özet olarak her yeni olgunun, öncesindeki olguyu yadsıyarak ya da olumsuzlayarak var olduğu gerçeğine işaret eder. Ama Mütercimler, daha baştan bu prensibi bertaraf ediverdi.

Daha çok Murat Belge ve Ömer Laçiner öncülüğündeki 1970 ve 80’lerin Birikim Dergisi tayfasının “Osmanlı’dan-Cumhuriyet’e süreklilik” tezinin bunca yıl sonra hortlatılmasından başka bir şey değildi yaptığı.

Dinledikçe dramaturjinin dozu arttı, iş bizim zamanımızdaki lise müfredatında Atatürk söylencesi olarak mitleştirdiğimiz vecizelerden bir demet sunuma dönüştü.

Vecizeleri severiz. Dinleyenler de bundan muaf değil elbette. Onlar da sevdi ve avuçları patlayıncaya kadar alkışladılar.
***
Merkezefendi Belediyesi tarafından düzenlenen Kitap Günleri’nin ikinci günü izlediğim söyleşiler ve sergileme alanında yaptığım geziden bende kalanlar bu kadardı…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı