REKLAMI GEÇ

Walter Gropius ve BAUHAUS I

21 Haziran 2016 Salı

“Bir kapı vardı, öteki kapı… siviller, askerler, doktorlar ve mimarlar o kapının arkasından bakıyorlardı. Bu çağın hiçbir çıplağı o kapıyı görmemişti oysa. Neden korkuyorlardı? Kişiliksiz bir yapıydı kapının üstünde durduğu o yapı. O yapı ki, ne kendi çağını karakterize edebilirdi kulpsuz kapısıyla, ne de 20 yüzyıla açılırdı. Siviller, askerler, doktorlar ve mimarlar o kapının arkasından hala bakıyorlardı…”

denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-3

I

19.yüzyıl sonlanıp 20.yüzyıl eşiğine gelindiğinde, dünya sistemi volkanik patlamalara öylesine gebeydi ki, ilk yirmi yıl, adeta bir devrimler özel çağı olarak insanoğlunun binlerce yıllık yaşam kültürü içinde çok özel bir yer edindi.

Geleneksel toplum ve devlet örgütlenmeleri, alışılmış siyasal mekanizmalarını ve geleneksel kurumsal örgütlenmelerini birer birer terk ettiler. Çok dilli, çok dinli, çok milliyetli ve bir tür federatif yapılar olarak denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-4görebileceğimiz toplumsal yapılar kendilerini, giderek kapitalizmin uluslararasılaşmaya başlayan temerküz etmiş sermaye yayılma sürecine teslim bayrağını çektiler. Özellikle klasik kolonyalizmin araçlarıyla sürdürülen sömürgecilik kurumu, bu sürece ayak uydurarak kabuk değiştirmeye, böylece dönüşmeye başladı. Modernliğin batıda epeydir devam eden ve neredeyse gününü doldurmuş işlevi, tarihsel macerasına devam etmek üzere tüm enerjisini o koloni ülkeleri üzerinden sürdürmek üzere kendine yeni yol arayışlarını geliştirdi. Kapitalizmin son canlı performansı olarak adlandırabileceğimiz klasik sömürgeci yöntemler, 20.yüzyılın ilk çeyreği içinde en saldırgan ama kendi sonunu kendisi hazırlayan girişimler olarak tarihe geçtiler.

Sanatta, Edebiyatta, Müzikte çok önceleri başlamıştı bu süreç. 19.yüzyıl romantizmini tetikleyen, yalnızca Rus Edebiyatının ölmez eserlerinde izini sürebileceğimiz orta Avrupa-Asya kültür ve toplumsal yapı formlarının değişim örnekleri değildi. Ya da Viyana’da, Berlin’de, İtalya’da en yetkin bestecilerin notalara döktüğü müzikal eserler de değildi. İspanya, Hollanda, Portekiz gibi klasik anlamda sömürgecilerin tarih sahnesindeki rolleri çoktandır bitmişti. Artık Latin Amerika’dan, İpek Yolu’ndan veya Afrika’dan gelen sınırsız servetlerin arkası kesilmişti. Üstüne üstlük hiç umulmayan bir şey; o sömürgelerden taşınan gizli bir direniş kültürü, psikolojisi, ulusalcılık sosyolojisi, modern olarak nitelenen batılı yapıları içten içe kemirmeye başlamıştı. Uzak doğudan Afrika’ya, Orta Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok ülkede gelişen ulusalcı direnişler sonuç vermeye başlamıştı. Yeryüzünün o güne değin gördüğü, ‘üzerindeki güneşin sonsuza kadar ve asla batmayacağı’ pek çok devasa imparatorluk birer birer dağılmaya yüz tutmuştu. Başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Kayzer Almanya’sı, Kutsal İtalyan Birliği vb. bu tespite ilk akla gelen örneklerdir.

denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-1

Bu toplumsal-ulusal konumlanışın başlıcası değilse bile, başlıcalarından bazıları yukarıda saydığımız ve çoğunlukla sosyolojik tespitler hanesine yazabileceğimiz bu unsurların üzerine oturuyordu.

1914 yılına gelindiğinde dünya böyle bir çevrime girmişti. Ortaçağ sonrası Protestan Reformasyonuyla gelişmeye başlayan Modern Batı ve ‘Avrupalılık’* bilinci, toplumsal-bireysel yanılsama olarak tescil ve test edildiği zamanları yaşamaya başlamıştı.

denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-5En büyük savaş o zaman başladı. 1914-1918 yılları arasında geçen o dört yıl, binlerce yıllık insanlık tarihinin bir yok etme-kazanma savaşı olarak dünya tarihindeki yerini aldı. Antik Roma’dan bu yana oluşan hukuk bilinci ve kuralları tümüyle ayaklar altına alındı. Hiçbir anlaşma, hiçbir uluslararası bağıt, bir günlük dahi güvence sağlamadı. Olanlar, daha büyük insan kıyımlarına sahne olacak olan sonraki ikinci büyük savaşın provasıydı adeta.

II

Birinci Dünya savaşı ile birlikte, Batı ve Orta Avrupa’da gelişen devrimci hareketler, asıl olarak siyasal merkezli idiler. Nitekim 1917 Rusya’sında gerçekleşen Bolşevik Devrimi, 1920 başlarında öncülüğünü Karl Liebcknet ve Rosa Luxemburg’un yaptığı Alman Devrimi girişimi, Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı ve sonrasında kurulan Cumhuriyet, Balkanlarda pek çok ulusal devletin kurulmasıyla sonuçlanan ayaklanmalar; bunların aynı tarih kesitinde buluşmaları ve adeta yollarının aynı coğrafya da kesişmesi tesadüfi değildi. İlahi bir kudretin yönlendirmesi olmadığı da açıktı. Dünya konjonktürünün içinden geçtiği çevrim ve bu çevrimin yarattığı koşullar, artık eski yapıların, anlayışların ve toplumsal kültürlerin ortaklaşa olarak sürdürülebilirliğinin şartlarını yok etmişti.

Nitekim Sanat alanındaki gelişmeler de, bu sürecin imkan ve şartlarına uygun olarak, kendi yaratıcı-devrimci önermelerinin altyapısını hazırladı. İlkin yazılı kültür olarak edebiyatın, giderek müziğin, tiyatronun yerleşik kalıpları yıkmaya başladığına tanık olundu. Bu durum, sonraları sanatın başka alanlarında, ama özellikle konumuzu oluşturan mimaride belirgin ve öncü sayılan gelişmelerin, 20. yüzyıla damgasını vurmasıyla sonuçlandı.

denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-1

Gelişmekte olan durum, Walter Gropius tarafından yapılan saptamaya uygundu. “Yeterince tarihsel üsluba sahibiz ve bu tarihsel üslupların yeniden üretimi için yeterince zaman harcadık. Mimari kaprisin gelgeç heveslerinden strüktürel mantığın buyruklarına doğru ilerlerken açık ve seçik formlar içinde çağımızın yaşamının somut ifadesini aramayı öğrendik.” ( Gropius, The New Architecture V and the Bauhaus)

Kandinski, Malevich, Chagall gibi Rus soyut resminin öncüleriyle, Tristan Tzara, Huelsenbeck gibi ‘Cabaret-Voltaire’ ekolünden DADA’cıların da sonraları içinde yer alacağı Bauhaus Okulu(veya ekolü) işte bu dönemlerde vücut bulmaya başladı.  Gerek savaş karşıtlarının, gerekse savaş mağduru aydınların ve sistem karşıtı siyasileşmiş bilimcilerin kategorize** edilmeden içinde yer aldıkları Bauhaus Okulu, asıl olarak Mimari kökenli bir sanatçının, Walter Gropius’un çalışma ve çabalarıyla sonuç vermiş bir girişimdir. 1921-1933 arasında, Hitler’in faşist iktidarı tarafından kapatılıp kadrosu dağıtılana veya yurtdışına sürgüne zorlanana-gönderilene kadar BAUHAUS, yalnızca mimari bir çalışma atölyesi olarak kalmadı. Uluslararası bir okula dönüştü. Çeşitli Avrupa uluslarından sayısız öğretmen ve öğrenci okulun ‘tezgahından’ geçti. Altın çağını yaşadığı 1925-1930 yılları arasındaki beş yıllık dönemde, pek çok ülkeden sayısız mimar yetiştirdi. Mimarlık anlayışının örneği olan yapıların tasarımlarına ve uygulamalarına öncülük etti. Sanatın başka alanları ile disiplinlerarası bir ilişki kurarak, tıpkı mimari örneklerindeki gibi yararcı ama estetik düzlemde bu ilişkiyi yeniden inşa etti.

denizli-kultur-yazilari-yasar-tok-2

Yukarıda özetlediğimiz tarihselci yaklaşım, BAUHAUS Okulu’nun 20. yüzyıl mimarlığına vurduğu öncülük damgasını anlamak için gerekliydi. Çünkü bu tarihsel geçiş döneminin çeşitli alanlardaki devrimler silsilesi ile açıklanan yenilikçi karakteri, aynı zamanda BAUHAUS’un da yenilikçiliğine temel teşkil etmiştir. Ama yalnızca bu durumun açıklaması; mimarlık anlayışlarının ne olduğu, bunu niteleyen felsefeleri, uygulamaları ve bu uygulamaların estetik örnekleri konusunda bilgilerimizle desteklenmez ise, anlamlı olmayacaktır. Bu nedenle Okul öncesinin tarihselliği üzerine oturan yenilikçiliğine(daha açık deyimle devrimciliğine) dair saptamalarımız, bu okulun sosyal yapıların tasarımında gözleyeceği işlevsellik, estetik ve faydacılık ilkelerinin saptanmasına yarar sağlayacaktır. Yoksa onun sanat ve mimarlık felsefesi ile bu felsefenin sosyolojik açılımlarının, dolayısıyla toplumsal örgütlenme kuramlarına ilişkin yola çıktığı anlayışların tam bir tartışmasından uzak kalacaktır.

(Devam edecek)

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı