REKLAMI GEÇ

DOĞU’NUN İNCİSİ…

23 Ekim 2018 Salı

Beni çeken egzotik, tropik meyveleri mi? (Ki son dönem sarayda smoodisi yapılıp, içildiği için halkımızca merak konusu olup, popülerleşen uzak doğuya has bir meyveydi, ejder meyvesi.)

Dünya’nın 7. harikası kabul edilen, doğa harikası adacıklardan oluşan Ha Long körfezi mi? Ya da tuktuk denilen, insan gücüyle, bisikletle çekilen iki tekerlekli arabalarla ufak, fantastik bir şehir turu muydu? Hemen her yerde karşına çıkan Budist tapınaklar ve oturan, yatan, som altın Buda heykelleri miydi? Büyük pirinç tarlaları, güleç yüzlü, turist peşindeki insanları, caddelerde gürül gürül akan motosiklet trafiği de değildi, günlük hayata dair. Pazar içlerinde, en az 35 derece sıcak havada, meraklısına ayak üstü kızartılıp, satılan kobra yılanı, iguana, akrep, fare, köpek eti, yarasa da…

Hidjeni de sorgulamadım. Ya, filmlerden çok etkilenmiştim, Hollywood filmleri bilhassa… Viet Kong’larla bataklıkların içinde, ormanlık alanlarda insan avının yaşandığı, sinsice ortalık yerde avlanan Amerikan askerlerine pek de üzülüverdiğimiz Rambo ve türevini taraflı olarak izlediğimiz, akıllarınca vicdan aklaması yaptıkları Hollywood üfürmesi filmler…

Haydi, açın çıkınlarınızı, gösterin saklınızı, gizlinizi diyen turist açlığında da değildi arayışlarım, daha önceden gidilecek diyarların ön bilgisi olarak, alınıp sular seller gibi okunmuş, yalayıp yutulmuş kitapçıklardan o bildimci tavırlarla, ‘geçiniz bu Fransız sömürgeciliğinden kalma Notre Dame çakması kilisesini, Eyfel ‘in yaptığı görkemli istasyon binasını ben görmek isteseydim aslının bulunduğu ülkeden burnumu çıkarmazdım, napiim sömürgeciliği hatırlatan kolonyel mimariyi’ dercesine…

Ya, ben bu filmi görmüştüm, her yer tanıdık, her sima aynı, her göz, çekik göz, ufacık sarı-kuru insanlar mıydı? Aç gözlülükle ne aradığımı bilemedim mi?

Öyleyse, on bir buçuk saat beni havada uçan bir kutunun içinde çileli yolculuğa iten sebep neydi? İndiana Jones ruhu mu? Ki kayıp şehri mi buldum?

Kamboçya’nın muhteşem kayıp şehri Angkor Watt ve dev canavar görünümlü tapınakların koruyucusu ve yıkıcısı anıt ahtapot ağaçların bulunduğu “Ta Prohm” tapınağı hayalimdeki bu İndiana Jones’luk senaryoya çok denk düşüyordu, hatta daha ötesi Tomb Reider filminin unutulmaz oyuncusu, hoplayıp, zıplayıp bolca kurşun harcadığı o inanılmaz tarihi tapınakta bir Angelina Jollie gibi hissetmemek ne mümkündü. O caanım, nerdeyse 1000 yıllık, el değmemiş, hayal gücünü zorlayan muhteşemlikte tapınaklar bölgesinde film platosu kurmaya çekinmemişler yaa… Pes!!

Öyle yeni hayat arayışları, arınma, kendini bulma “Ye, Dua Et, Sev” tarzı uzak doğu felsefesi, budist öğretisi, içsel yolculuk tarzı bir özenme de olabilir mi? Julia Roberts ‘tan etkilenme…

Aslında gidilip gezilecek ülkeler arasında en dudak kıvırdığım yerlerden, Allah’ın unuttuğu dediğim, Siyam ülkesi. Hani “Kral ve Ben” filminin konusunun geçtiği, aktörü dazlak kafalı Yul Brayner’a ödül kazandıran…

Öff gördüğünüz gibi Hollywood beni nasıl da esir almış, algımı, beynimi… Bilgimi… Vicdanı mı? Birden sömürgeci, kolonyal bir zihin yaratmış bende…

Kazın ayağı öyle değilmiş. Bubi tuzaklarına kapılmış kurtarılacak zavallı Amerikan askerine acımışız bunca yıl!! Ya, senin memleketinden bunca uzaklıkta, elin muson yağmurlu, yapış yapış nemli, sıcak, balta girmemiş ormanının, bataklığının içinde işin ne kardeşim diye sormazlar mı adama? Sormalılar çünkü aynı zihniyet dünyanın her yerinde ve en çok Ortadoğu’da, yakın zaman da Irak’da, Suriye’de devam etmedi mi? Hala etmekte…

İşte burda durmalıydım, “bak, gör, gez, gel” steril turist aylaklığında, yeni yerler keşfet, maceracı ruh arsızlığında bir yerde. Turistler için hazırlanmış temiz pak örtünün altındakini görme isteği… Bu olabilir miydi? Bir halkın mücadelesi, savaşları, barışları, çilesi, kurtarıcısı, yükselen turizm ekonomisi. Ve her şeye rağmen yaralarını sarmaya çalışması… Yaşam sevincinin her şeyin üstesinden gelmesi gibi…

Aslında Hindiçini bölgesinin kaderini hep savaşlar belirlemiş.

Vietnam’ın 4000 yıllık tarihi boyunca ne hanedanlıklar kurulup yıkılmış, yer gök tanrıların, ejderha ve kaplumbağa tanrılarının zengin mitolojilerin ülkesini, ne Çinlisi ne Kubilay’ı, ne Japon’u kalmış istila etmeyen, en son 1800’lü yıllardan beri Fransızların sömürgesiyken bağımsızlık savaşı verilmiş, kurtarıcıları “Ho She Min” kominist demokratik bir yönetim sistemiyle ülkesini her yönden refaha çıkarmış, halkı tarafından çok sevilen, minnet duyulan bir lider, bizim için Atatürk neyse, o ülke içinde o!

1969 yılında öldüğünde, cam taput içinde tıpkı Lenin gibi mumyalayıp, halkın ziyaretine açmışlar. Bizim Anıt Kabir’in daha küçüğünün içinde yatıyor. Anıt Kabir’in önünde metrelerce uzunlukta şu yazı yazıyor “Vietnam koministtir, daima kominist kalacaktır!!!”

Ama, Amerika hiç boş durmamış, önce kuzey Vietnamlılarla, Güney Vietnamlıları birbirine düşürmüş, Amerikan kuvvetleri Vietnam, Kamboçya, Laos topraklarında kuzey Vietnamlı avı başlatmış, 71-75 yılları tam bir facia!! O yıllarda hayatta olup, popomuzda pireler uçuşurken bizler, Vietkong avında Amerikalılar kuzey Vietnamlılar saklanmasınlar, aç kalsınlar, ölsünler diye 76.000.000 ton kimyasal zehir kullanmışlar, uçaklarla tüm tarımsal alanlara basmışlar zehirli gazı… Yaklaşık 5.000.000 insan bu zehre maruz kalmış. Ormanlar ve içindeki canlılar yok olmuş. Ekolojik denge bozulmuş. Bu gün hala sakat doğumlar var, kolsuz, bacaksız, hasarlı genler yarım insancıklara, hilkat garibesi mahlukatlara dönüştürmüş Saygon halkını…

Cu Chi tünelleri işte o pek etkilendiğimiz Amerikan filmlerinin gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor… Kimin haklı savaşı? Sömürgeci, kan emicilerle, ülkesini bunlardan korumaya çalışanlar arasında can pazarının yaşandığı, fillerin tepiştiği, çimenlerin ezildiği er meydanı, Amerikalıların tankları, makineli tüfekleri, bombaları, uçaklarına karşılık, yerel gerillalarca iptidai şekilde hazırlanan can alıcı bubi tuzakları. Chu Chi tünelleri Kuzeyli Vietkongların saklanmak, gizlenmek için kazdıkları kilometrelerce uzunluktaki, ancak Vietnamlıların sığabileceği darlıkta, 10 metre derinlere kadar inen tüyler ürpertici tüneller… Görünce bile panik atağınız tetiklenebilir… Yer altında solucan gibi yaşamak!!!

Ve hayata tutunmak!!!

İşte bu tüneller ve içine kurulan karargahlar sayesinde Amerikalılara pes ettirmişler… Vietnam savaşında Amerika’nın resmi insan kaybı 58 bin kişi, Vietnam’ın ise sivil, asker toplam 4.000.000 (yazıyla) dört milyon kişi… Hunharca sivil halkın katledilişi, parça parça kesilişi ayrı bir insanlık suçu. “Savaş Suçları Müzesi” bunları fotoğraflarıyla sergiliyor. İşte o fotoğraflar sizi insanlığınızdan utandırabilir, savaş kelimesinin yeryüzünden silinmesi için bu fotoğraflara bakmak yeterli. Bu resimler bir insanın nasıl bu kadar vahşileşeceğinin kanıtı. Savaş insanı insanlıktan çıkarıyor. Ve bu vahşeti yapan güya insanlıktan nasibini almış modern insanlar…

Savaşı bırakıp, “bataklıktan” çıkan, adeta kaçan, memleketine geri dönen Amerikalı askerlerin çoğu girdikleri bunalımdan çıkamayıp, yaptıklarını kaldıramayıp çareyi intihar etmekte buluyor. Nerdeyse, savaştaki kayıp kadar intihar vakaları oluyor…

Yaralarını süratle saran Kuzey ve Güney Vietnam birleşiyor. Sosyalist rejimle yönetiliyor… İşin tuhafı bu savaş kamplarını, müzesini turist olarak birçok Amerikalının görmeye gelmesi. Ve yine işin tuhafı, yerli halkın bu Amerikalılara son derece insanca ve güler yüzle ve hatta imrenerek bakması, davranması… İşte burada midem kaldırmıyor…

Acaba o fotoğraflara bakarken ne hissediyor Amerikalılar, ikincisi Vietnamlılar ne hissediyor… Yakın tarihte yaşanmış bir vahşet, çoğunun annesi, babası, yakını öldürülmüş ve hala çoğu sakat doğuyor. Napalm bombalarının etkisi hala sürüyor… Üstelik yeni açılan ilk AVM’nin şarkılı, türkülü açılışı yapılıyor şehir içinde, Burger King, Starbucks kafe konuşlanmaya başlamış… Amerika ikinci yöntemi mi deniyor bu ülkeye nüfus etmek için?

Kamboçya’da durum farklı mı?
ABD 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya attığı toplam bombanın üç katını Kamboçya’ya atmış. Bir milyondan fazla insan ölmüş, pirinç üretimi durmuş insanlar açlıkla mücadele etmişler. ABD’nin “Böl ve yönet” politikası sonucu pol pot yönetimindeki Kızıl Khmerler’i güçlendirmiş. Bu dönem Kamboçya’nın en acı ve en karanlık dönemi olmuş. Ülkenin yetişmiş tüm aydını ya öldürülmüş, ya içeri atılmış, eli kalem tutan, kitap taşıyan, gözlük takan sıradan insanları bile işkence görmüş. Üniversiteler kapanmış, hapishanelere dönüşmüş, kitaplar yakılmış, gazeteler kapanmış, halka işkence, toplu katliam ile Pol Pot yaşamı sıfır noktasına getirmiş. Vitnamlı askerlerin Kamboçya’ya girmesi ile, Kızıl Khmer’ler yenilir, Pol Pot kaçar, yeni seçim sistemi sonucu Parlementer monarşi ile idare edilmeye başlar the end (?)

Evet, keşke uzun uzun Vietnam’ın iki bine yakın adacık, kayacıklarından oluşan eşsiz doğa harikası Ha Long Köfezi’nden bahsetseydim, ya da Kamboçya’nın meşhur, muhteşem Angkor Wat kayıp şehir, tapınaklar bölgesinden bahsetseydim.

Ama insanlığımdan utandıran, tüyler ürpertici savaş bölgeleri, Cu Chi Kampı, insanların yaşadığı dramlar hepsinin önüne geçti.

İçim titredi, sokakta, pazarda alış veriş ettiğim güleç yüzlü genç ve güzel kızların, oğlanların kolsuz, bacaksız yarım bedenlerine bakamadım…

Bakamadım…

Sonunda bulmuştum beni çeken, etkileyen şeyi, onca acılara rağmen kadim kültürlerden gelen yaşam sevinci!!!

Oysaki her ülke, her halk, her kültür kendi dengesi içinde gayet rahat ve mutlu yaşıyormuş… Ta ki ilk sömürgenler gelene kadar…

Kaplumbağa tanrıları ilim irfan tanrısı olarak edebiyat okullarını kurdurmuş, binli yıllarda, ilim çok önemliymiş. Bilimin yavaş yavaş, sindire sindire ilerlemesi gerektiği için yörenin kutsal dev kaplumbağası ile sembolleşmiş ilim. O tarihler Avrupa karanlık çağını yaşarken, buralar doğanın, bilimin önemini keşfetmiş.

Şimdiyse turist peşinde koşuyorlar…

Rehberimiz pazar yerlerinde bizi uyarıyor, beş söylerler, bire almaya bakın!!!

Yani kadim kültürlerin Hindiçini’si, acılarla karılan, kahramanlıklarla yoğrulan, Buda’lar diyarı uzak doğunun değerli KARA İNCİ’si sıkı pazarlıklar memleketine dönüşmüş… Bir de sex turizmini tetikleyen Bady masaj cennetine.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı