ESKİZ DEFTERİ
25 Mayıs 2018 Cuma
Yıllar önce Ankara’daki atölyesini ziyarete gittiğimde, büyük salonunda gözlerim çekinerek tablolarını ararken, önüme oldukça kalın eskiz defterlerini koymuştu. Hayatımda ilk defa bu kadar kalın ciltli eskiz defterleri görmüştüm. Bir yandan sürekli anlatıyordu, desenleri hakkında bilgi veriyor, arayış çizgileriyle klasik, kendine has üsluba nasıl ulaştığının hikayesini anlatıyordu. Defterler aslında kendinin öyküsüydü. Klasik desen anlayışından kendi üslubuna ulaşmanın, ustalaşmanın öyküsü. Kendisine has, kimseye ait olmayan Mustafa Ayaz olma öyküsü. Karalana karalana en acemisinden en ustalığa, en sıradanından, en farklılığa, en aynılıktan, en tarz olana, en karmaşadan en sade ve basite, üsluba gidişin, kendini yaratmanın, en doğru, en güzel, en özgün olmanın meşakkatli, çileli öyküsü…
Sanatçı olmanın özeti gibiydi defterler. Birden doğru düzgün bir eskiz defterimin olmadığını fark etmiştim. Evet, ara ara desen çiziyor, ara ara bulduğum beyaz sayfalara ebatları ne olursa olsun bir şeyler karalıyor, taslaklar çiziyordum ama topluca hepsini muhafaza ettiğim böylesine cüsseli bir defterim, defterlerim hiç olmamıştı. Denizli’ye dönünce ilk işim en cüsselisinden ama ciltsiz (ki piyasada Ayaz’ın defterlerinden bulmam mümkün değildi. Onlar özel yapılmış gibi duruyordu) defterimi aldım. Bir iki derken, ben yine eski usul eskizsiz, taslaksız çalışmalara geri döndüm. Karalamalarım hala devam ediyordu sağda solda, düzensiz. Yaşam gibi.
Öyle ya ,yaşantımızın üzerini çizip yeniden yaşayabiliyor muyduk, ya da hatalarımızı silip, sil baştan daha düzgün yaşayabiliyor muyduk. Çalakalem ve bir çırpıda çiziktirilen yaşantılarımızda, beğenmedim deyip, neyi koparıp atabiliyorduk? Bir sonraki sayfaya daha düzgün yaşama garantisi ile daha itinalı, daha ölçülü, daha dikkatli olma çabası! Var mı böyle ön çalışmalı bir hayat?
Belki onlarca sayfa, onlarca desenden sonra en doğrusunu bulma alıştırmaları gerekiyor en özgününü, en mükemmelini, en farklı ve güzelini bulmak için. Ama önümüzde tek sayfa var ve en özgününü, en mükemmelini, tek çizimle, tek taslakla bu sayfada, bu hayatta yapmak zorundayız. Netice de hepimiz kendi hayatımızın sanatkarlarıyız. İyi ya da kötü resim çizmek bizim yaşam ustalığımıza bağlı. Peki, bu kadar ölçülmüş, biçilmiş mükemmele adanmış hayat ne kadar özgün ve yaratıcı olabilir, sanat gibi. Ya da herkesin beğenisini kazanabilir mi?
Çok denesem de eskiz defterimdeki en mükemmel çizimi mi, taslağımı, tuvalime geçiremiyordum. Çünkü boş bir tuvalin beyazlığı beni ayrı bir yaratım heyecanına sürükleyip, anın akışına bırakıyor, spontane olmanın dayanılmaz çekiciliği ile heyecanları yaşanmış bitmiş desenin statikliği, durağanlığı, kaybolmuş enerjisi desenin aynısını bir ikinci defa yapmamı, temize çekmemi engelliyordu. Boş ve beyaz levhanın cezbediciliği ‘Tabula Rasa ‘gibi kendi desenini çizdiriyordu, tüm kalıplardan bağımsız. Uzak durmuştum, heyecanım ölmesin diye. Ama hep için için mükemmel olanın altındaki çok çalışmayı, hummalı çalışmayı kıskandım. Sanatçılığın mayasında yüzde bir yetenek varsa, yüzde doksan dokuzunda ısrarla ve ısrarla çalışmak, aynı eskizi yüz bin milyon kez yapmak vardı. Bunun kanıtını, en son gezdiğim müzede bir kez daha anlamış oluyordum.
Münih’teki Brandhorst müzesinde, Pinakothek Der Moderne’de eskiz defterlerinden oluşan loş, spot ışıklarla aydınlatılmış salonunda camekan altında muhafaza edilen çeşitli sanatçılara ait eskiz defterlerine uzun uzun baktım. En usta sanatçıların en acemi çizimlerini, tekrar tekrar denemelerini sayfa, sayfa gösteren eskiz defterlerini, ısrarla aynı detayın çalışıla çalışıla nasıl mükemmele ulaştığını… Ya da tarzlarını nasıl oluşturduklarını. Alman ekolünün Maviler gurubunun sanatçılarından Franz Marc’ın taslaklarından tarzını inceledim bir müddet, Max Libermann’ı, Peter Halm’ı… Sanatlarında ustalaşanların hayatlarındaki acemilikleri, düşündüm. Hayatı başaramayıp sanatlarında başaran Van Gogh’ları, Fikret Mualla’ları ve daha nicelerini… Fatih Sultan Mehmet’in çizimleri de vardır genç yaşının heyecanıyla çizilen taslaklar, bir müze de yakından görmüş, incelemiştim. Profilden insan kafasına benzeyen basit çizim ressamını yaratmadı elbette, çünkü hayatında ve kafasının içinde imparatorluk taslağı vardı. Keza Hitler’in de karakalem eskizleri var, bu dünyayı karartan adam keşke hayatında ressam olmayı seçseydi!
Bu kadar çok eskiz defteri sanatının konstrüksiyonunu kurdurmuş, bu sağlam desen konstrüksiyonu da müzesini kurdurmuştu Ayaz’a… Ama eskizlerini temize çekemeyen sanatçılar olduğu gibi, eskizlerinin arasında daha iyiyi bulmak adına boğulan, temize çekilmemiş eskiz enkazları altında kalan sanatçıklar da vardı. Müzelerde endam eyleyenlerse maalesef bu enkazların altındakilerden oluşmuyordu.
Müzenin üst katında Paul Klee sergisi vardı. Kim bilir kaç eskiz defteri harcamıştı, temize çektiği bu dev eserlerinden önce. Şimdi Modern müzeleri ekolüyle payelendiriyordu. Her bir salonda ayrı ayrı inceledim Max Beckmann’ı, Emil Nolde’u, August Macke’yi, Anselm Kiefer’i, Henri Matisse’i, Picasso’yu… Şevklendim yine, yine eskiz defteri peşindeyim, hem de en cüsselisinin…
Çok çalışmam lazım çok…
Belki bu hayatımız deneye, yanıla bize eskizler çizdiriyor, varsa sonra ki hayat, hayatlar, bizi yaşam ustası yapacaklar… Ustalık boşuna olmuyor…
Yaşamda da… Sanatta da…