REKLAMI GEÇ

SANATI MASAYA YATIRDIK…

31 Aralık 2017 Pazar

Seval (Uysal) toplamıştı bizi yine, gazetecilik sadece ruhuna değil, kanına da işlemişti bir kere. Bu sefer konu sanattı. Eskiye, eski olana ilgisi, sorgusu çoktu, ama bu sefer “eski”, ev, konak, okul değil, beyin, düşünce, anlayış ve davranış olarak karşımıza çıkıyordu. Eskinin korunmasında sözlü mutabakat imzalamış olan bizler, bu sefer “eski”nin işe yaramadığı, öğrenilmiş çaresizliğimize tutsak kalan, birazda yorulmuşluğumuzu yansıtan Denizlili sanatçı durumumuza hem bir ayna tutmak, hem de bir arayış için ne yapılabiliri tekrar gündeme taşımak için Seval’in soru okları karşısında tanık, sanık yerimizi alıyorduk.

Biz kimdik?

Biz elbette ki üç beş kişi değildik. Yılmaz Kahraman, Kemal Yenidede, Celal Günaydın, Ali Dirier, Şerif Kutludağ, Zeki Akakça, ben…

Denizli ‘de elini sanata bulaştıran, resimden müziğinden, şiirine bir orduyduk. Seval’in aklına temsilen şimdilik üç, beş kişi düşmüştü, bunun arkası ve derin sorularla, farklı simalarla gelecekti. İster buna yaraya parmak basmak, ister yaraya merhem olmak deyin. Seval bu konuda üzerimizdeki ölü toprağını kaldırmak istiyor anlaşılan. Ona göre burnumuzu gömmüşüz boya tüplerine yaşayıp gidiyoruz, deve kuşu misal. Kaderci, ya da isyancı olalım, gerçek şu ki, ağlamayan çocuğa meme verilmiyor. Seval, bir dokunup, bin ah işitiliyorsa, sorun ağlamamakta mı acaba diye bir dürtmek istiyor. En birinci soru olarak onun aklına “galeri “sorunu takılıyor. Malum, Denizli merkezde tekleşen, ama devleşemeyen galeri Denizli Belediyesi’ne ait Turan Bahadır Sanat Galerisi ilk hedefteki oluyor. Biz resim sergileri yapıp da, hep sorunlarını dile getirdiğimiz, ama çözümün nafile ve lafta kaldığı galeri. Sorun bu ya, her istenen anında çözülseydi, kim bilir kaçıncı yenilenişi olacaktı salonun…

Sorun bu merkezde derinleşti, içinde atölyelerinin de yer aldığı, sanat merkezi ihtiyacı tekrar ayyuka çıktı. Bir sanat kompleksi hayalleri depreşti. Sil baştan yapılan sanat kompleksi Belediye Sanat Merkezi’nin aslında sadece sinema salonlarından ibaret olduğu hatırlatıldı. Elbette sinema sanatın 7.cisiydi. Sanat kifayetsizlikten, bürokratik, siyasi enerjisizlikten, ölüyor muydu? Bu konular aslında sanatla uğraşan herkesin gündemindeydi. Bizler aşınaydık. “Atölye Mavi”nin bismillah, fırçayı ellerimize almadan önceki gelenekselleşen konularından en sabitiydi. Bir sanatçı ne ister, yaratım esnasında sanatıyla baş başa bırakılmak. Gerisi teferruattır. Sergilenme yeri ve ticari boyutu işin angarya ve kendini aşan kısmıdır. Böyle de olmalıdır normali. Resim duvarına, heykel mekanına kavuştu mu mesele yoktur. Gerisi alıcısına kalmıştır. Bu sanatçının kaygısı yaratım aşamasındadır demek, ne kadar gerçekçidir, öyle değildir kazın ayağı. En azından Türkiye de, hadi şunu Denizli ölçeğine indirgeyelim. Eserini hazırla, sonra sana sunulan tek mekanda hayalini gerçekleştir. Alıcısı değil izleyicisi bile problem. İşte bu noktada, mesele dönüp dolaşıp eğitime takılıyor. Grup arkadaşlarımızdan biri önce eğitim diyor, Müslüman mahallesinde, salyangoz mu satıyoruz? Eğitim şart, sanatı sevdiren!

E, açılan onca atölye ve malzemesini tedarik edip, atölyeleri dolduran hevesli, duvarına asmalık bir tablo gayreti içine giren, sosyalleşmeyi öncelikleyen hobicilere ne demeli. Eğitimse eğitim! Bunda pastalı, börekli çay saatinin dozu kaçsa ne olur? Ben bu işin her şeklini denedim, dernek kurdum, birlik kurdum, lokomotif oldum çalmadığım kapı bırakmadım diyen, bu işe baş koymuş, deneyimli arkadaşımız haksız mı? Bunca yıl gayret ve kapı, baca, duvar olan devlet! Olmuyor diyor ve devam ediyor en az 30 yıllık sorun, elde var sıfır. Artık beklemeyelim, biz kolları sıvayalım, birlikten kuvvet doğar, elimizi biz taşın altına sokalım diyen, cesur ve biraz da küsküncü tavır.

Arkadaşlar biz bize lazımız, biz birbirimizi ve sanatı destekleyelim, birbirimizi yüreklendirelim diyen barışçı ve idareci tavır, yoo bu böyle gitmez dilimizi değiştirelim, sorunlarımızı doğru ve şehrin çıkarı için ve bittabi ki, uzlaşmacı birlik içinde bizi yöneten resmi mercilere iletelim tavrı… (ki, uluslararası heykel kolonisini başarıyla sürdüren özel kurum sahibi, sanat meseni Kömürcüoğlu, uluslarararası Cam Bienallerini başarıyla gerçekleştiren genç girişimci ruh Ömür ve Fatih ikilisi, Hasan Kasapoğlu Tiyatro salonunu Denizli’ye kazandıran Hasan Kasapoğlu ve CSA Abalıoğlu Kültür Sanat Vakfının eğitimsel çabalarını örneklemiş olalım, ümit vaad eden, boşa kürek çekilmeyen) Seval bizle başladı, nabzı yokladı daha fazla katılımcıların, farklı kurumların ve üniversitenin dahli ile beyin bombardımanı yapacağımız başka toplantıların vaadiyle sanatı yatırdığımız masada bıraktık.

Daha çok su kaldıracak bu konuyu bir sonraki senede daha da hararetli tartışacağımız günlere devrettik. Seval, bir taş attı kuyuya, amacı tartışma platformu oluşturmaktı sanatta. Yani yeni yılda devam gibi, çözüm var mı bilmem, ama en azından boyalardan başımızı kaldırdık biz var mıyız ona baktık. Eh varoluşumuzda bu da gerekliydi. Bu sefer masaya yatırılan sanattı, umarım yattığı masada yine kalmaz. Bu bizim yıllardır nur topu gibi hiç büyümeyen bebeğimizdi. Yeni yılda büyümesi, serpilmesi, körler sağırlar birbirini ağırlar dozunda kalmaması dileğiyle.

Herkese sanat dolu mutlu yıllar…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı