REKLAMI GEÇ

KAPILARI TIRNAKLARIYLA KAZIYAN ÇIĞLIK…

5 Temmuz 2017 Çarşamba

“Çalışmak Özgürleştirir” B harfi ters yazılmıştır. Bu kampta bir şeyler ters gitmektedir…

Kampımızın altıncı gününde Osiec’te Moloo Kampı’ndayız. Muhteşem ve oldukça temiz bir kamp. Ülkemiz Karadeniz Bölgesini andıran ama daha temiz, bakımlı ve sosyal yönü gelişmiş bir bölge. Krakow’a oldukça yakın. Avrupa’nın en büyük toplama kampının kurulduğu yer burası. Geliş nedenimiz de zaten bu kampları gezmek.

Bugün gezimizin en hüzünlü ayağındayız. Kampları gezip oradan Almanya’ya, Berlin’e geçeceğiz. Auschwitz-Birkenau esir kampı, 2. Dünya Savaşı’nda kurulmuş en büyük kamp. Tatil yapmak hedefiyle Avrupa’yı seçmiş bizler için neden bir sistematik katliam kampı tercih edilebilir ki?

Bunun yanıtını vermek zor. Çocuklarımızın da elbet diğer çocuklar kadar deniz ve eğlence partilerinde vakit geçirmeye hakkı var. Ama her anı hüzün ve trajedi yüklü bir esir kampında gestaponun işkencehanelerini gezmek fikri için çıldırmış olmak gerekir. E bizler de oldukça çılgın sayılırız. Tatil fikri en yakın Ege Denizi olan biz Denizlililer için sınır ötesi düşlere kapılıp uzun yolculuklara çıkmak pek de aklıselim bir proje olmasa gerek. Ama kesin olan delice ve cesurca bir girişim olduğu…

Bizim de ötemizi erdim ilk yolculuğumuzda
Bir ayna kırdım ayna benim ruhum
Kentler ertelendi
Ağzım ve o şehir yok
Bu gitmenin neresine yanalım şimdi
***
Kuşkusuz çıldırmadık. Sadece ve tek ideal olarak barıştan ve insanlıktan yana yaşam umudu taşıyan bir sorumlulukla aile olmanın gereklerini yapmaya çabalıyoruz. Her anı sessiz bir çığlık olan bu gezinin yarattığı etki bizler için olağanüstü ve beklenmedik bir durum değil elbette. Her an her ülkede yaşanabilecek ve belki de kim bilir hala birçok ülkede yaşanmakta olan bir trajedinin tezahürü olan insanlık dramını yeniden duyumsamak…

Tüm ülkelerde böyle bir şiddetin izlerini bulmak mümkün. Tam da bu tarihlerde ülkemizde yaşadığımız Sivas örneği hala ateşini korurken faşizmin yangınının söndüğüne kim inanır ki? Kim, faşizmin sönmüş olsa da o çıldırtan ateşinin küllerinde hala acımasızca nefes almayı sürdürdüğünü yadsıyabilir?
Çocuklarımıza bunu anlatmak zorundayız. Her anne babanın çocuklarının geleceğinde savaş ritüelinin tamamen ortadan kalktığı bir dünyada yaşamaya gereksinimi olduğu gerçeğini unutturmamalıyız. Benim çocuklarımın da daha güzel ve aydınlık bir ülkede yaşamasını sağlamak için sizin de çocuğunuza bu duygularla barışı dillendiren bir karakterin evi olmanız gerekiyor. Aksi halde dünyayı bekleyen tek şeyin acı olduğunu bilmek zorundasınız. Bu öyle bir acıdır ki sadece bizim değil, bize ait olmayan şeylerin de evini yakan güçlü bir ateş olabilecek türden bir acı…
***
Pervazlarından tutsam zorlanacak bu kapı
Durgunluğumu sayma
Duraklarımda bir iç kanama
Usta seviciler tarafından sevildim
Gidilmez yollarında kayboldum
Kanlı politikacıların yalanlı ağızlarıyla kirlendim

Sizin yerinize de utanıyorum şimdi
Ülkeler kendi Hitler’ini yaratmak konusunda oldukça yeteneklidir. Temel karakterler tamamen bir sembolden ibaret oysa. Onlar olmasaydı da başka bedenlerin içinden peydah olmuş güçlü gestapolar çıkacak ve ülkelerin devlet yönetimlerinin baş koltuğuna oturmaktan geri kalmayacaklardır.
Her şey büyük fabrikatörlerin yüksek menfaatleri için… Yaşasın kapital, yaşasın ölüm, yaşasın uluslararası sermaye…

Nitekim 30 Haziran Cuma günü yaptığımız Auschwitz-Birkenau toplama ve ölüm kampları gezimizde duyumsadığımız tek gerçeklik, faşizmin mutlak yenilmesi gerektiği olmuştur ancak bu, yaşayan dünya için henüz erken bir temenni… Aksi halde gaza dönüştürülmüş bedenlerimizden geriye ancak aşağıdaki fotoğraftaki gibi kesilmiş saçlarımız kalacak tarihe…

***
2. Dünya Savaşı’nda Sovyet Bloğu içerisinde yer alan Polonya’nın bu toplama kamplarını bir tür yüzleşme olarak müzeye dönüştürüp turizme açması gerçekten önemli bir adım olmuş. Gün boyunca tüm Avrupa ülkelerinden çok sayıda katılımcı turist grupları bu kampları geziyor. Bir ülkenin dünyanın en büyük trajedisini turizme kazandırdığını düşünürsek ülke olarak pozitif kaynaklarını dahi turizm girdisine dönüştürememiş oluşumuzu neremize koyacağımızı kestiremiyorum. Tut ki trajedileriyle yüzleşebilsin!

Polonyalı rehberler grup grup birçok dilde kampı gezdirirken bizler de dört aile Türkiyeli grup olarak bu geziye rehbersiz katılmak zorunda kaldık. En güçlü rehberimiz üç yıldır Avrupa turunun mimarı olan Emin Aslan. Kampı kısmen bilgileriyle de süsleyerek bize anlatıyor. Türkiye’den pek de katılımın olmadığı gerçeğiyle hareketle Türkçe rehber kampta uygulanmıyor. Türkiye’den bu tür gezilere talep olmaması bir yönüyle trajik bir durum. Zaten sosyolojik, kültürel ve politik turlar giderek ivmesini tüm dünyada yitiriyor. Bizlerin son örnekler olduğunu görmemek ise oldukça sevindirici. Ancak eğitim dönemi boyunca İngilizceyi öğrenememiş bir ülkenin insanı olmanın bütün sorumluluğunu üzerime alıp kendimi bir aciz olarak görüyorum. Eğitim sistemi denen garabet bu konuda kendini nereye koyar bilemem…
***
Bilgiler iç titretici elbette. Bol bol fotoğraf çektim. Gaz odalarında ölüm sırasını beklemenin aklını düşünmeye zorluyorum kendimi. Bunu kapılara ve duvarlara kazınan tırnak izlerindeki çaresizliği eklersek hala evrende dolaşan o son çığlıkları duymak için büyücü olmaya gerek yok. O insanların acılı ruhu yaşayanlarda sürüyor. Ama yaşayanların ruhu bunu duyabiliyor mu orası şüpheli. Organlarına ihanet eden bir duyarsızlığın kibirli kendisi olmuş zavallı insanlığın…

Soğuk ve kanlı bir rakama dönüşmüş şeylerin ağırlığını kaldırmak daha da güç. Çocuklarımız ürküyor. Mahir haklı olarak “baba biz buraya niye geziyoruz” diye soruyor. Bir insan olarak bir yana, baba olarak dahi yanıtı verilemeyen sorular… Auschwitz-Birkenau’ya tüm Avrupa’dan 1,3 milyon insan yerleştirilmiş. Bunların 1.1 milyonunun öldürüldüğü tahmin edilmektedir.

2. Dünya Savaşı’ndan önce Auschwitz yarısı Yahudi olan 14 bin kişinin yaşadığı sakin bir kasabaydı. Yahudi, Roman, eşcinseller gibi Nazilerin düşman ilan ettikleri gruplar başta olmak üzere 6 milyon kişi ölmüştür.

1979 yılında UNESCO’nun İnsanlığın Kültür Mirası listesine eklenen bu iki kampın kalıntıları ve Yahudi Mezarlığı, Auschwitz-Birkenau Devlet Müzesi ve Holokost anma mekânı olarak kamuya açılmış. Bu bilgiler ise ülkemizde yasaklanmış olan Wikipedi sayfasından…
***
Her şey aynı biçimde kirleniyor
Sessizliğini konuşuyor susarken
Her şey ilk bıraktığım gibi bu kentte
Aşk dudaklarını susmuş bir ten…

Auschwitz-Birkenau çalışma ve imha kampı olarak düzenlenmiş ve 6 gaz odası ile 4 ölü yakma tesisini barındırır. Hemen gaz odasına gönderilmeyen yüzbinlerce tutuklu, tasavvur edilemeyecek kadar zor koşullar altında çalışmaya zorlanmış, işkence görmüş, soğukta bırakılmış, açlığa terkedilmiş, hastalıkları tedavi edilmemiş, tıbbi deneylerde kullanılmış ve sonunda da gaz odasında öldürülmüştür.

Kamp yaklaşık 5 km² alana kurulmuştur. Bu geniş alan içinde farklı bölümleri olan kampın tamamı kuvvetli elektrik akımı verilmiş dikenli tellerle çevrilmiştir. Böylece Auschwitz-Birkenau, bir imha kampı işlevi kazanmış, aynı zamanda, kötü koşullardaki bir çalışma ve toplama kampı olarak kullanılmaya da devam etmiştir.

Bu ayıklama işlemini genellikle, caniliği ile tanınan kamp doktoru Josef Mengele yönetmiştir. Auschwitz-Birkenau’da altı binada gaz odası vardır. Ancak bunların hepsini aynı anda kullanmak mümkün olmamıştır. 1943 yılının ilk yarısında, gaz odalarının alt kısmı olan 100 m²’lik dört yakma kısmı devreye sokulur.

Ayırma işlemi sonucunda hayatta kalanlar, kampın yakınındaki endüstri işletmelerinde çalışmak zorundaydılar. Bunlardan biri I.G. Farben firması için sentetik benzin ve sentetik kauçuk üreten bir tesisti. Diğer bir büyük Alman firması Krupp’un da Auschwitz’in hemen yakınında fabrikaları vardı. Bu firmalar Nazi yöneticilere her işçi için kira ödüyor, dolayısıyla SS mensupları esirler üzerinden gelir elde ediyorlardı.

Kampın özel bir alanı kadınlar bölümüydü. Kanada isminde bir başka alanda, Alman hükümetine iletilmek üzere, öldürülen tutukluların eşyaları toplanırdı; kıyafetler, ayakkabılar, bavullar ve insan saçlarından oluşan dağlarda, gözlük, oyuncak, yüzlerce kilo takma altın diş, mücevher, para, hisse senedi, banka defterleri vs. bulunuyordu. Kampta sergilenen ve bölüm bölüm gündelik yaşamın sunulduğu binalarda bu materyaller sergileniyor. Hüzün ve ağlama duygusu içinde esir tutulanların saçlarına, taraklarına, ayakkabılarına, gözlüklerine ve bavullarına bakıyoruz. Hiçbir nesne böylesi güçlü bir görsel işkence kanıtı oluşturamaz. Vicdanlarımız neredeyse bu katliamın suç ortağı ilan ediyor aklımızı…

Almanya ile savaşan Müttefikler, 31 Mayıs 1944’ten itibaren detaylı olarak tüm kampların havadan görüntülerini elde ederler. 2003 yılında Royal Air Force, Auschwitz üzerindeki casus uçuşlarından elde edilen, yanan ceset yığınlarının da görüldüğü ilk fotoğrafları yayımlamıştır. Kaçmayı başaran iki tutuklu Rudolf Vrba ve Alfred Wetzler, 1944 yazında kampın tam tarifini ve planlarını hazırlayarak Müttefiklere ulaştırırlar. Witold Pilecki gönüllü olarak esir konumunda kampa girerek, Batılı Müttefiklere birçok rapor gönderir. 13 Eylül 1944 tarihinde ABD bombardıman uçakları Auschwitz yakınlarındaki Buna-Werke isimli fabrikaya bir saldırı düzenler ve kayda değer bir zarar verir.

Müttefik hava güçlerinin kampı ve esirleri oraya ulaştıran demiryollarını bombalaması gerekmez miydi sorusu hâlâ tartışılmaktadır.

Ve unutulmuş yerlerinde uyur kadınlar
Kıvrak ve acılı yerlerinde unuttular aşkı
Ki yaşamı sevmiyorum desem
Düpedüz yalan söylemektir bu
***
27 Ocak 1945’te General Pawel Kurotschkin komutasındaki Sovyet 60. Ordu, Ukrayna cephesi birlikleri öğleden önce Auschwitz III Monowitz kampına gelirler. Orada bırakılmış yaklaşık 600 ila 850 tutukludan 200’ü tıbbi yardıma rağmen takip eden günlerde güçsüzlükten ölür.

Birlikler, 27 Ocak öğleden sonra ana kamp Auschwitz I ve Auschwitz-Birkenau kamplarına girerler. Birkenau’da 4.000’i kadın olmak üzere 5.800 güçsüz ve hasta tutuklu geride bırakılmıştır. Dezenfekte edilen barakalarda, enfeksiyonlu, eksik beslenmiş ve travmalı tutuklulara bakım yapılır. Kapitalist ve güya sevimli dünyanın yarattığı bu faşizm uygulamasına son veren yine Sovyet ordusu olmuştur. Ama onlar da komünist… Bak şu dünyanın trajik ikilemine…

Birkaç gün sonra dünya kamuoyu bu hunharca eylem konusunda bilgilendirilir. Kamplarda, SS’in geride bıraktığı bir milyondan fazla giysi, yaklaşık 45.000 çift ayakkabı ve 7 ton insan saçı bulunur.

Bu saçlar şimdi bizim kafamızın köklerini acıtıyor.
Yol, bizi bazen gitmemiz gereken yerin çok daha ötelerine savurabiliyor…
Kim bilir, bazen savrulmak da gerekir!..
Bazen, gidenle gitmek, ölenle ölmek de…

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı