REKLAMI GEÇ

“DENİZLİLİ YAZANLAR” EVRENSEL DE OLABİLİRLER Mİ?

19 Nisan 2019 Cuma

Denizli 3. kitap fuarı bitti.

Yazılması gereken o kadar çok şey oldu ki! Hangi birinden başlasak…

Yazmasak olmaz. Yazsak kötü olacağız. Sonra da adımız bozguncuya, hayına çıkıyor.

Herkes gibi düğmelerimizi iliklesek, olur efendim, iyi efendim, Ege’nin en büyüğü efendim, kitaba boğulduk efendim, ihya olduk efendim mi desek…

Bilemiyorum!

Öyle bir vurdumduymazlık da yapamayız elbette. En azından bizler. O iş ‘yaptım-oldu’cuların, yalakalık edenlerin ve ‘oldu’culara ucundan bir biçimde eklemlenip parsadan pay koparıcıların üslubu…

Biz gene bildiğimize ve işin realitesine dokunalım. Kamusal yarardan yana saf tutalım, gerçeğin, samimiyetin ve dilin gücüne sığınarak. Olmaz ya, belki dikkate alan yetkili mercilerden birileri olur…

Ama bu sefer bir fuarın eksikleri, ziyaretçi sayıları, en büyük oluşu, çok çok yetersiz ve neredeyse olmayan panel ve söyleşileri, stant ücretlerinin yüksekliği, ortasından mehter takımı geçen bir kitap fuarını ve yayınevlerinin beklentileri gibi unsurları dillendirmeyeceğim…

Denizli’de bir kitap fuarının 3. kez yapılmış olması bu etkinliğin en güzel yanıydı elbette. Emekçileri önünde saygıyla eğilerek söylüyorum bunu.

Peki bu yazıda neyi anlatmalı…

Kitabı, okuru ve okumazları mı? Toplumun sanattan uzaklaşmasını, kitaba yabancılaşmasını ve kitabın sadece meta olarak alınıp satılan bir nesne olarak görülmesini mi?

Esnaf yazarları, kitap alana bir bilezik diyenleri, okuru yolundan çekip zorla kitap satanları mı…

Kokoreççilik yapmakla kitap satmak arasındaki sınır ortadan kalktı. Kitap metalaştı. Yazan esnaflaştı. Hiçbir estetik kaygı ve evrensel görgü içermeyen yayınlar doluştu. Bu türden yazanların sürekli yazar-çizer diye pohpohlandığı bir kültür ortamında kitap ayağa düştü.

Doğal olarak niteliksizlik, kültürsüzlük, edebi kabızlık dediğimiz şeyler için şimdi geniş ağızlarla kültür-sanat lafı kullanılır oldu. Kendi dünya görüşü ve inanç dizgesi hiçbir estetik birikimden nasiplenmeden kaba bir dille okuru sıkboğaz eden ürünler, sadece rafları değil ne yazıktır ki hayatımızın her anını kapladı.

Yetmedi stant başında kavgalar bile yapıldı…

Peki neden bu niteliksizlik? Niye bu kadar yaygınlaştılar?

Çünkü hızla kirleniyoruz, hızla kabalaşıyoruz ve hızla hayatımızın nitel ölçütlerinden uzaklaşırken bu hızı artıracak “Yazan”lara sınırsız olanaklar yaratılıyor. Bilimsellikten beslenenler, estetik ve evrensel olanaklardan yararlananlar sahneden teker teker çekiliyor. Bu mecranın okuyucusu da yazıcısı da can çekişiyor…

Tam da işte bu cenaha her alanda en güzel köşeler tahsis ediliyor. Ödüllendiriliyor. Şatafatlı salonların kapıları sonuna dek onlara açılıyor. Organizasyonlarına sponsor olunuyor. Diğerlerini ise yazar sıfatıyla anan bir kişi bile yok…

Bunca desteğe rağmen üç beş kitap okuyup yazdıklarına içeriden bakmaya yeltenecek bir irade dahi sergileyemeyen ve hepi-topu 30-40 kelime dağarcığıyla yazan bu yazıcılar, ortalıkta dolaşırken unvanlarının başına yaşadıkları kentin adını eklemeyi pek matah sayıyorlar. Peki ya evrensellik bu eşrafın neresinde?

Elbette yazı kişisel ve kutsal bir eylemdir…

Saygı duyulasıdır. Kimse kimsenin ne yazdığına, nasıl yazdığına, neden yazdığına karışamaz. Ancak bir metnin kurgusal değeri olması gerekmez mi? Edebi tarafı… Güzel sanat veya güzel yazın diyebileceğimiz metnin dokusu özgün ve estetik bir değer taşıyamaz mı? Kötünün bile bir estetiği yok mudur? Ben yazdım oldu deyip kitaba düşmek yetmiyor. Önceki bin yıllık literatüre ucundan da olsa dokunmak, kenarından da olsa geçmek, soluğundan da olsa koklaşmak ve en önemlisi de bilmek gerekli değil midir?

Yazılı tüm metinler, elbette ve açık biçimde, yazanın neyi bilmediğini fazlasıyla ortaya seren metinlerdir. Konuştukları da öyle. Söylenen şeyi derinlikle ve yeni bir biçemle söylemek gerekiyor. Yetkinlik ve doluluk, bir yazarın dağarcığıyla süslenen ve kabızlık yaratmadan dışa vuran üslup ile olanaklıdır. Yazı ve konuşma diliniz sizi her haliyle açık eder, ediyor. Tüm yazanlar, size sesleniyorum. Ağzınızda ve yazdıklarınızda yalın bir biçimde görünmektesiniz, daha başka ne söylenir ki!

Adımızın önüne veya arkasına iliştirilen yazar, çizer, şair ve benzeri sıfatları daha fazla kirletmemeli. Buna en başta ben dâhil. Hele hele “Denizlili yazarlar” sıfatı bir yazar için ne kadar indirgemeci, ne kadar kısıtlayıcı, ne denli sığ bir kavram. Denizlili yazar olarak görmüyorum kendimi. Denizlili olduğum gerçeği su götürmez elbette, ama yazarlık tarafım kuşkulu. Evrensel kültür, sanat ve bilimin temelleriyle beslenmeden yerel bile olunamaz çünkü…

Yazar; düşünen, düşündüren, üreten, sorgulatan ve bunu yazıyla, renklerle, ritimle dışa vuran bir yaratıcıdır. En önemlisi evrensel bir kişiliktir. Onun yerelliği dilinde ve üründe içkin olarak bulunur zaten. Bu nedenle yazarı nereli olduğuyla sınırlayamayız . Düşünüp yazdıklarımız ışığında özet olarak diyebilirim ki, üç fuardır sergilenmekte olan, neredeyse kanıksanan bu “Denizlili Yazarlar” vurgusu artık gerçekten komik kaçıyor. Sanki Denizli’nin ‘en’leri gibi! Bir de o yazarların, resmi kurumlar dahil çoğunlukla yerel bir meta gibi pazarlanmayı bunca sindirmiş olmaları yok mu?

Haftaya, kitabı, yazanı ve okuyanını, okumazlarla birlikte yazmayı sürdüreceğim.

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı