REKLAMI GEÇ

İNSAN OLMANIN ÜLKESİ

16 Mart 2016 Çarşamba

Nasıl da başarıyoruz nefret etmeye yatkın ruhumuzun boyunduruğu altına girivermeye.

Başkasının ağzıyla konuşmaya hazır dilimiz, geçmişin izleriyle kuruyan kara bir mürekkep sanki. Zamanı ve bedenimizi kendimizde buluşturamayan bir başkası olarak daha ne kadar yaşayabiliriz?

Nasıl da başarılıyız dolaysız bir hayatın içinden mendil sallayarak geçip gitmek…

Yanı başımızın komşularıyla hemhal olmadan, ilişmeden bir günün telaşına ve sorumluluk duygusuna, merhametin ağzıyla koklaşıp dilleşemeden…

Her şeyi bilmenin korkunç ızdırabıyla yüklü bağırsaklarımız, her şeyi kaldırabilecek korkunç bir varoluşun yolculuğuna soyunmuş gidiyor…

Nicedir soru sormayı da bırakmışız, nicedir sabahın ilk ışığıyla yıkanmayı ertelemişiz ve nicedir gecenin derinliğindeki sessizliği ürkmeden kendi varoluşumuzu acımasız sorularla bakmayı bırakmışız.

Zaman bizleri ezerek yuvarlanıp gidiyor. Zaman, vicdan ve beden, ayrı ülkelerin vatandaşıymış gibi sürekli birbirinden koparılarak iğdiş ediliyor.

Aynı dille konuşuyor ve hiçbir şey anlayamamak gibi eşsiz yetilerimizle.

Nasıl da başarıyoruz ama yine de her şeyi. İşimizi bir şekilde bir yoluna koyuyor, sınırsız olanaklarla bezenmiş hayatımızı acımasız bir yarışın koynunda heder etmeye devam ediyoruz. Hep birinci ve hep ben’inciyiz. Ütülü ve parlak smokinler giymiş bir soytarının kalbiyle atıp durduğumuzu görmeye yarayacak gözlerimizi nicedir yitirdik.

Kör’üz, ruhsuzuz ve yokuz aslında…

Başkasının malına ve mıhına zarar vermek için kurulmuş bir egonun serserisiyiz!

Biz ne zaman böyle acımasız bir yaratığa dönüştük ve ne zaman birbirimizi daha da kirletmek için korkunç yetkilerle donandık?

Hangi ara kaçırdık elimizden, doğanın ve tanrıların en kutsal yaratığı olarak bahşedilmiş kutsal varlığımızı…

Bi şeyler buldukça kaybediyoruz ve kayboldukça insana ait şeylerimizi ilkel bir rekabetin cenderesinde heder ediyoruz.

Oysa kılcal damarlarına kadar merhametin aktığı kanımızın ücralarında öyle değerli seslerimiz var ki. İçimize gömdüğümüz ve neredeyse bir cesedin kayıtsızlığıyla yaşadığımız bu korkunç gücümüzün derinlerinde…

İşte bir tek sanat, yakışıklı ve parlak bir zombiye dönüşmüş varlığımızı kendine getirebilir.

Şiir insanda nefes alır ve ancak onda işlevini sürdürür. Evlerden başlayarak sokağa, mahalleye, şehirlere, ülkelere ruhun ve rüyanın en güzel duygularını zerkedebilir.

Biz ne ara sanatsız, şiirsiz, müziksiz, çocuksuz, delisiz, saygısız, arsız, acımasız, azgın ve kana bezenmiş bir vatandaşın ülkesine dönüşüverdik?

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı