REKLAMI GEÇ

SAVAŞ VARKEN ŞİİR ÖLÜR

11 Şubat 2016 Perşembe

Devlet şiir sevmez demiştik ilk yazımızda.

Bunu tersten de okuyabiliriz elbette. Şair, köyün ve kentlerin delisidir ve belinde taşıdığı tek silah olan acımasız diliyle, diline sızmış imgesiyle gezer.

Herkesin baktığı pencereye eski bir halı deseni fotoğrafıyla kapatır da kimsenin göremeyeceği farklı pencereler açar evden dünyaya doğru dolaysız.

İlle de yalnızdır şair. İlle de kaçak düş görmenin ıssız yazgısıyla yüzleşir durur. Yaşama patent koyan, ehlileştiren, iktidarın körleşmiş ve köhneleşmiş sesini söyleyen şeylere karşı durmadan direnir.

Diliyle, dilin olanaklarını rengarenk dünyalara açan şiiriyle ve vücudunda merhametin nefesiyle atıp duran insan kalbiyle yazıya düşer.

Hani üstadımız Şerif Kutludağ hemen her gün ihmal etmez, “Gecenin efendisine emanet” eder ya bizleri; şair ordan kalkar geceye efendi olmaya yeltenir yaramaz bir çocuk ruhuyla.

Haksızlıklara, zulme karşı direnir. Çünkü buna yazgılıdır o. Çünkü susmuşların yerine de direnir. Çünkü utanmazların yerine de utanır. Adını duymadıklarımız, kitabını görmediklerimiz için de yazar. Şiiri terk edenler, çağına küsenler, bir yerlere ilişmiş şairler için de yazarlar. Ve sırf bu yüzden sürdürmelidirler yazmayı…
Ve geriye yine yalnızlık kalır.

Yalnızlık, geçmişten bugüne sadece insanlar arasında değil şiirimizde de bir hızar gibi işleyip durur. İşte Yalnız Şiir, Türk şiirinin en çok yalnızlıkla yoldaş olduğunun altını çiziyor. Bunu yaparken şairleri, şehirleri, dilleri de işin içine katıyor, örnekler veriyor, tanıklar gösteriyor.

Bazen hayattan kalkıp şiire gidiyor, bazen de şiirden hareketle daraltılmış hayatımıza, baskılanmış hareket alanımıza sorular soruyor. Bütün bunları yaparken geçmişle bağını kopartmıyor, geçmişte olup bitenleri hatırlatıyor.
Şiir derken şiire dâhil olamayan bütün yaşamın sorgulamasını şaire dâhil olmuş trajik veya ideal yaşamlarla yapıyor. Dilini arayan şiir ile dilde kaybolmuş şairden bir devlet çıkarmaya yeltenmeden ilk dizenin gölgesinde kalan iyi ve yalnız şiire sokulur.

Duran ve durduğu yeri bilen şairlerle nefes alır. Onların yanına büyüyememiş çocukları, sokak köpeklerini, sarhoşları, delileri ve dilencileri iliştirir.

Bu minyatür nüfusta el birliğiyle yalnızlaşırlar. Konuşurlar ve koştururlar. Mutlu ve mutsuzdurlar.

Gidenlerin ardından güzel sözler döker; çağdaşlarını şiirle selamlar. Bizim karşımıza hayatının her safhasıyla bir şair olarak, şair duyarlılığıyla çıkar. Hem tanıktır hem de bütün sanıkların telaşını, ıstırabını duyarlar.

Şiir ve şair üzerine yazdıklarında geniş bir bakış bizimle beraber yürür. Sadece şiire değil, coğrafyaya, kültüre, tarihe, en çok da dile bakar. Dilde eğleşir. Dille yaşar ve dilimizin son cümlesiyle helalleşip terkeyleriz seyrüsefayı…
Ama devletler kalır ve bir ölüm makinası gibi işlemeyi sürdürür dile ağıtlar ve erken ölümler ekleye ekleye…

Yorumlar

Gül Kaygın   -  Bağlantı 11 Şubat 2016, 10:35

Kaleminize sağlık Hocam!

Yorum Yaz

Aşağıdaki gerekli alanlara bilgilerinizi girmelisiniz. e-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

 karakter kaldı