YİNE YAPRAKLAR DÜŞECEK
KİTAP OKUMAK ALIŞKANLIK DEĞİLDİR
HAYAT KISA ANILAR UÇUYOR
BEKİLLİ NİRE, KANADA NİRE…
PULSUZ MEKTUP
Başak saçlı Mustafam Efe yürekli Kemalim Dehasını sevdiğim Paşam Kurşun yaralarından öptüğüm Gazi Mustafa Kemalim Dün, bugün, yarın ve daima Gazi Mustafa Kemal Atatürk’üm En uzun hissedişimle ATAM; Dilerim huzurdasındır. Melekler eşlikçin, bülbüller masalcındır geceleri. Çok yoruldun bizim için, artık dinlenmek hakkındır, umarım dinleniyorsundur. Bizi dinlemiyorsan, öyledir
BAĞIRSAM SESİMİ DUYAR MISINIZ DUVARLARIN ALTINDA!
“Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle…” Orhan Veli KANIK Bilmiyorum! Gözyaşlarım yakar mı ellerinizi? Bağırsam, beton tozunda boğduğum sesimin ölüme kaçmış rengini görebilir misiniz? Hain ve bencil hırslarla kesilmiş bir kolonun altından uzatsam elimi, nefesim solmadan dokunabilir misiniz? Geçmişimi harcayıp, geleceğimden çalarak anca alabildiğim
CÜMLEYİ KUR AT DENİZE, BALIK BİLMEZSE…
Malum hem ağustos böceklerinin sıcaktan kendini saza söze vurdukları, hem de eprimiş bir donun neresinden çıkacağı belli olmayan pörtlemiş kaba etler misali bir salgının hala içinde debelendiğimiz gevşek karantinalı günlerdeyiz hala ama ben maviyle vuslatı daha fazla geciktiremedim! Azami izole bir barınma ve seyreltik saatlerde maviyle kavuşup,
KENDİMİ AĞLATABİLİRİM İSTERSEM
Her yıl biraz daha seyrelerek yaşanan bayramların birindeyim. İstesem, kendimi ağlatabilirim, gözlerimi çocukluğuma banarak, sırasını bekleyen çaresiz bir melemeyi istemsizce kulaklarıma takarak. Gidenlerin yokluğuna, parmak uçlarımla basıp çıkarak, ciğerimi dağlayabilirim. Babanın soğuk taşında, alev alev doğranmış kan bağının ihanetinden tüten baldıran kokusunu soluyarak, maziye bedenimi asabilirim, artık
BİR SOLUKTA OKUMA BENİ
Ben roman yazsaydım ki yazarım bu gidişle. Az kaldı, hayata şaşırmalarım bir bitsin de, ağzımı bir kapatayım açık unuttuğum ve yüreğimi bir dikeyim yırtığında yorulduğum, sonra yazarım elbet. Kalem kâğıda küsmedikçe, toprak uzaktan el etmedikçe yazarım bir şekilde. İşte ben roman yazdığımda istemem “ayyy bir solukta okudum!”
YEŞİL-MAVİ ARASIDIR HAYAT
Başım dağ saçlarım kardır, Deli rüzgârlarım vardır, Ovalar bana çok dardır, Benim meskenim dağlardır. Şehirler bana bir tuzak, İnsan sohbetleri yasak, Uzak olun benden, uzak, Benim meskenim dağlardır Kalbime benzer taşları, Heybetli öter kuşları, Göğe yakındır başları; Benim meskenim dağlardır. Sabahattin ALİ Üç aydır her sabah içimden
KİM DEMİŞ ONU!
Kimdi o “koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyen? Kimler eskisi gibi olmayacak var mı bir bilen? Hijyenik sabunlarla köpür köpür yirmi saniye gusl aldırmayı nihayet öğrenebildikleri tertemiz elleriyle çocuklara dokunmaya, tecavüze devam edenler mi? Kolonyanın seksen derecesine bir anda aşık oluvermiş, “dezenfektan” demeyi öğrenmiş dillerle,
Her gün, yeniden doğar hayat
“Patlayacağım, her günüm birbirinin aynı, her şey tekrar ediyor!” Böyle bir cümle kurulamaz, mümkünü yok! Kurulursa da doğrusu yok, kuran yanlış çünkü. Tül kanatlı beyaz bir kelebek, bir günlük hayatında dahi hep aynı çiçeğe, hep aynı rotada uçarak gitmez. Dalgalana dalgalana uçar bir kere, rüzgârda dans eder
GÜNEŞ UFUKTAN ŞİMDİ DOĞAR
Zaman, mayalı ekmek hamuru kılığına girdi biz dört duvara toslayıp durdukça bir kaç aydır. Yani öyle ele yapışmayan ama sinsice elin bir ucundan her an kapmaya hazır yumuşaklıkta, ağır aslında ama içindeki hava kabarcıkları onu hafif hissetmemizi sağlıyor. Hamuru katlamak üzere alıyoruz, yerinden zor kalkıyor, zorlanıyor, aman
HAYDİ, ÇAY KOY DON RITCHIE
Yine, kışın paçasına yapışıp bırakmamakta ısrar ettiği bir zavallı bahar sabahı, ayağını silkeleyip kurtulmak istiyor ağlak surattan. Mavişlerin patlamak üzere tomurcuklarla dolup taşmış dalları yerlere değecek neredeyse, kıvranıyor açamamaktan, çoklu güneş yetmezliğinden can verecek gariplerim. Özenle dikilmiş sivişmiş soğan ve sarımsaklar, arada bir çıkarıp başlarını gözlüyorlar gelen
BAHAR KIRMIZI-BEYAZDI
Sokaklar, gürültülerini kuşlara satmıştı nicedir. Havada bir eflatun rehavet asılı kalmıştı haylicedir; yer gök leylak, bağ bahçe mor salkım, dağ bayır erguvana kesmişti. Toprağın ciğerleri açılmıştı, oh nasıl da oksijen pompalıyordu yeşil dostları bol bol, oh burundan al, burundan ver bir daha, bir daha… Epeydir kıran girmiş
ARTIK ŞARKI DİNLEMEK DEĞİL, ŞARKI SÖYLEMEK İSTİYORUM
“Kuş sesleridir Gün ışığının Topraktan dönen yankısı” R. TAGORE Görüyorum kuşların şakımasını sarı, yeşil, turuncu; pastoral, lirik, natural renkler cıvıldayarak gözümü alıyorlar. Verdim gitti, alın gözümü dikin verimli göklere. Çoğalsın, çoğalsın, yağsın yeni dünya üstüne renk-âhenk! Duyuyorum, duyuyorum toprağın rengini; özgür bir kısrağın şahlanması kadar yüksek, crescendo,
KARANTİNA GÜNLÜĞÜ
1. GÜN Sevgili Günlük, Çinlinin biri yarasa mı yemiş ne halt etmişse bir virüs kapmış tutamamış bir de bulaştırmış sağa sola. Bir bulaştırmadan yemeyi öğrenemediler şu hayvancıkları yahu! Ebik kabık şeyler yerseniz olacağı bu tabii. Her gün de birileri ölüyormuş, toprağı bol olsun ne diyeyim. Akşama şöyle
HAYAT TESADÜFLERİ SEVMEZ
Gel de hayatın tesadüflerden ibaret olduğuna inan! Geçen hafta korona denen gözden kaçak bir yaratığın sillesiyle sersemlemiştim. Gönüllü ev hapsimde gardiyanım 23 yaşındaki oğlumdu. Kapı dışarı salmadığı gibi, evde de her işe yardımcı oluyordu. Bu tabii ilk anda evde bir iktidar kaybı hissi yaşatmadı değil. Anne ellerini
HAVA KURŞUN GİBİ AĞIR
“ Barışta oğullar babalarını gömer, Savaşta babalar oğullarını…” HERODOT “Hava kurşun gibi ağır Bağır, bağır, bağır bağırıyorum. Koşun, kurşun eritmeğe çağırıyorum… … Dert çok, hemdert yok Yüreklerin kulakları sağır Hava kurşun gibi ağır… …” Nazım Hikmet RAN Yüreğim ağır, yüreğim kurşun gibi gri, belirsiz